Suriye ile "barış"a doğru mu!..

Aksi intibaya rağmen, son günlerde güney sınırlarımızda görünen askeri hareketlilik ve sığınmacı tehditine rağmen, Türkiye ile Suriye arasındaki düşmanlığın yavaş yavaş eridiği intibaı sezinleniyor.

Gerek, Suriye'nin İdlip'te tek taraflı ateşkes kararı alarak ağır silahlarla saldırıları durdurması gerek Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun "rejimli" demeçleri, Putin'in girişimleri atmosferi hafifletiyor.

Teyit edilmemiş bilgi ve haberler, geçici bile olsa bir barış atmosferi doğuruyor.

Her ne kadar, "resmi" beyanlar henüz yokken, havanın yumuşadığı sanılıyor.

Ne var ki, burası Orta Doğu, her an yeni bir anlaşmazlık, çatışma ve hatta saldırı beklemek gerekiyor.

Hatta, Türkiye'nin sınırlarını korumak için geniş çaplı bir "taarruzu" bile, akıllardan çıkmıyor.

Orta Doğu'nun ve özellikle Suriye'nin bir "batak" olduğunu  7 yıl kadar önce belirtirken maalesef yanılmadığımız da ortaya çıkıyor.

30 Temmuz 2012'de Yeniçağ'da yayınlanan "Badül harap ül Basra" başlıklı yazımızın tam metni başta Davutoğlu olmak üzere bir çok şahsiyete ithaf olunur:

 "Orta Doğu'da özellikle Irak ve Suriye'nin kuzeyinde göz göre göre tezgâhlanan çirkin oyunlar, tehlikeli stratejilerin ucu, ne yazık ki, Türkiye'ye uzanmış bulunuyor.

"Badül harap ül Basra"  sözünü dramatik bir şekilde hatırlamak gerekiyor.

Gerçekten de,  "Basra harap olduktan sonra"  çabalar hiçbir işe yaramıyor.

Artık her şeyden önce, Türkiye'nin Suriye stratejisini değiştirmesi ön plana atılıyor.

Ancak, "tampon" veya "güvenlik" bölgeleri ihdas edilmesi seslendiriliyorsa da, sürecin tehlikeli boyutlar kapsadığını kabul etmek icap ediyor.

Çoğu politikacı, eski asker, yazar ve hatta stratejist özellikle "tampon" bölgenin ne denli bir tuzak olduğunu her zaman önemle belirtiyor.

Bir defa Suriye ile Türkiye arasındaki sınır uzunluğu 822 km civarında bir hat oluşturuyor.

Türkiye tarafında kalan bir kısım topraklar mayınlanmış şekli ile duruyor.

Tampon bölgedeki halkın her hangi bir güç girişiminde bulunma ihtimali daima mevcut görülüyor.

Halkın toplu girişimleri, isyanları veya Peşmergelerin çeşitli direnişlerinin sonuçları şimdiden hesaplanamıyor.

Yıllar önce İsrail'in Arap topraklarında oluşturduğu tampon veya güvenlik bölgesinde aldığı hezimetler unutulmuyor.

Strateji değiştirme faslına gelince, öncelikle Türkiye'nin, yıllarca dost olarak yaşadığı komşu ülkesi Suriye'de herhangi bir "mezhep" ve "etnik" düzenlemeye kesinlikle girmeyeceğini dünya kamuoyuna duyurmak zorunluluğunu taşıyor.

Yeri gelmişken, "Arap Baharı" sürecinde, resmi politikaya ters düşen görüşlerin yanlış değerlendirildiğini de belirtmek bize düşüyor.

Zaten, "Arap Baharı"na bulaşmamızın başından beri yanlış bir politika olduğunu değerlendirenler gün geçtikçe çoğalıyor.

"Arap Baharı" derken, Irak ve Suriye'nin kuzeyinde "Peşmerge devleti" boy atıyor.

Peşmergelerin, Irak'ın kuzeyinden Suriye'ye ABD ve İsrail'in planı dahilinde geldikleri de iddia ediliyor.

 İsrail Golan tepelerini istilaya hazırlanıyor.

Bu arada, Suriye'nin kuzeyinde böyle bir oluşumdan aylar önce tarafımızdan bahsedildiğini ve yazıldığını da belirtmemiz bize düşüyor.

Aslında, böylesine bir gelişmeyi görmemek elden gelmiyor.

Tabii ki, Amerika, Irak'ın kuzeyindeki verimli petrol sahalarını ve akımını kontrol altına almak için, yıllarca beslediği PKK vesaire unsurlu Peşmergeyi şimdi sahaya sürüyor.

Irak'ın kuzeyinde çıkan petrol, Lazkiye'ye kadar güven içinde gelecek ve sonra sözüm ona hür dünyanın malı olacak.

2012'lerde Suriye üçe bölünürken, bir ucu Irak'ta diğer ucu Suriye'de Peşmerge oluşum hayat buluyor.

2013'lerde, İran'ı, sonra da komşularını bu oluşumlardan korumak gittikçe zorlaşıyor.

Görülüyor ki, çok çetrefilli bir grafik ve çok tehlikeli strateji bölgemizi sarmalıyor."

Artık, hem Rusya'nın hem de İran'ın Orta Doğu'daki uzantısı sayılan Suriye'nin ikiye, hatta üç parçaya ayrılsa bile uzun süre Esat tarafından yönetileceği de sanılıyor.

Her zaman ısrarla belirttiğimiz gibi, Orta Doğu ve özellikle Suriye'de her türlü operasyon, sürpriz sayılmıyor.

Yazarın Diğer Yazıları