Tarihten bir yaprak

Yıl 1958, Aralık ayındayız. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda rahmetli Fatin Rüştü Zorlu, Yunanistan’ın çalımlı Dışişleri Bakanı Averof’u perişan etmiş. Averof anlatıyor: Koridorda, karşıdan Zorlu’nun geldiğini gördüm. Arkadaşlarıma  “şimdi bize çatacak, kavga edeceğiz”  dedim. Zorlu gülümseyerek geldi. Dostça elimi sıktı ve  “görüyorsun, Kıbrıs meselesi bu yerlerde halledilemez; bu meseleyi biz ikimiz halledebiliriz”  dedi. Ve bunun sonucu 1959 Şubat ayında Zürih ve Londra Antlaşmaları oldu.
Bu temaslar yapılırken Fatin Rüştü Zorlu sık sık bize (rahmetli liderimiz Dr. Fazıl Küçük ile bana) bilgi verir, görüşümüzü alırdı. Makarios da Atina’da Yunan hükümeti tarafından bilgilendirilmekteydi. Yunan Meclisinde Averof’a, muhalefet  “bu anlaşmalarla Enosisi gömmüş oldun”  diye saldırıyor. Averof’un cevabı:  “Beyler, düşününüz bir kere, Enosis’e Koloni idaresinden mi, yoksa bağımsızlıktan mı daha kolay gidilir?”  oluyor. Makarios’a da bu anlaşmaları bu telkinlerle kabul ettirdikleri sonradan aşikâr oldu. Makarios da bu anlaşmaları  “Enosise sıçrama tahtası”  olarak tanımlamıştı. Öyle de kullandı. Akritas Planı ile bir sıçradı fakat Kıbrıs Yunanistan’ın kucağına düşmedi; iki devlet haline dönüştü. Rum-Yunan ikilisi tek yanlı AB üyeliğini kullanarak hâlâ Kıbrıs’ı (Rum-Yunan) yapmak hayallerini gerçekleştirmek peşindedirler. Biz yine eski günlere dönelim.
İşte, müzakerelerle ilgili bilgilendirildiğimiz günlerde rahmetli Zorlu hep  “kurulacak olan Federal Devletten”  bahsederdi. Ben de  “coğrafyası olmayan federasyon”  diye araya girdiğimde keyfi kaçardı. Gün geldi Yunanlılarla anlaştıklarını duyurdu. Zürih anlaşmasının içeriği hakkında bilgi verdi. Üç devletin garantisi ile güvenilir bir anlaşma imzalanacaktı.  “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır”  siyaseti, rahmetli Menderes’in  “Lozan dengesini ve NATO ittifakını koruyan TAKSİM” e dönüşmüştü. Halkımız bunu zor kabûl etmiş ve bu kez “ya taksim, ya ölüm”  sloganı ile ölesiye bir direniş devam ettirilmişti. Şimdi adı federasyon bir ortaklıkla yetinecektik. Bu şartlarda Kıbrıs’a gidip bu anlaşmayı halkımıza öneremezdik. Türk Garantisi  “fiili ve etkin”  bir Garanti olmalıydı. Bu da bir miktar kuvvet bulundurmak demekti. Fatin Bey benim bu müdahaleme çok kızmıştı. Rahmetli Dr. Küçük beni hararetle destekledi. Bir süre sonra Ankara’ya davet edildik. Fatin Bey 650 kişilik Alayın müjdesini veriyordu. Çok sevinmiştik.  “Ancak Yunanistan da 950 kişi gönderecek dedi” .  “İtirazımız yok, yararlı da olabilir, Rumları kontrol altında tutar”  dedik. Fatin Bey biraz durakladıktan sonra Yunanistan’ı buna razı etmek için, ta başlangıçtan bahsettiği gibi kurulacak Ortaklık Cumhuriyetinin  “Federal Kıbrıs Türk-Rum Cumhuriyeti”  adından vazgeçildiğini, kurulacak Devletin adının sadece “Kıbrıs Cumhuriyeti” olacağını söyledi. Buna da itirazımız olmadığını söyledik.
Bunları niye yazdım? Yazdım, çünkü Rum-Yunan ikilisi bize  “Federasyon”  adını bahşetmek(!) pahasına Garantilerden ve askerden kurtulmak oyununu sahnelemiş oluyor. Yani tarihi ters yüz ediyorlar. Tek dertleri zamanında kabul edilen Garantilerden ve askerden kurtulmaktır.  “Bahşettikleri”  Federasyonun  “üniter Kıbrıs Devletinin federal şekle dönüştürülmesi”  olacağını da hiç sıkılmadan söyleyebiliyorlar. Tek halk, tek egemenlik, tek hükümet, tek vatandaşlık sözlerine Avrupa Birliği normlarını da eklemek suretiyle  “serbest dolaşım ve serbest yerleşim”  konusunu da gündeme getiriyorlar. Halbuki ortada uniter bir devlet yoktur. 1960 Cumhuriyeti de uniter bir devlet değildi;fonksiyone, federatif bir ortaklıktı. Bunu Enosis sehpasında kurban etmek eylemi ortakların 44 yıldır ayrılmasına ve en sonunda iki devletin oluşmasına neden oldu. Şimdi Kıbrıs’ın birleşmesinden bahsedilecekse, bu iki devletin arasına konabilecek köprülerden ve işbirliği şartlarından bahsetmek gerekir. Rumların konuya bakış açıları (vizyonları) ile bizim bakış açımız arasında 180 derecelik ayrılık devam etmektedir.  “Hristofyas’ın gelişi ile uzlaşma fırsatı doğmuştur” diyenler ancak kendi kendilerini kandırmış oluyorlar. Vizyonlarda görüş birliği olmadıkça uzlaşma, ancak bizim tek toplum içinde yüzde 20 azınlık olduğumzu kabul etmemiz ve garanti anlaşmalarından da vaz geçerek Rum idaresine yamalanmamızla mümkün olabilecektir. Var mısınız, yok musunuz? Cevabı Türk Milleti ile Kıbrıs Türk Halkı verecektir. Sayın Talat’ın böyle bir tuzağa gireceğini sanmıyoruz. Sorumluluğu ağır olur, tarihî olur ve bu yükün altından hiçbir zaman kalkamaz.

Yazarın Diğer Yazıları