TARİHTEN DERSLER: İngiliz casusu Mustafa Sagir

Geçen hafta anlattığım İngiliz casusu Mustafa Sagir’in, faaliyetleri, yargılanması ve sonu:
Türk polisi İngiliz casusu Hintli Mustafa Sagir’i planlarını uygulamaya fırsat bulamadan yakalamayı başarmıştı.
Birçok ülkede ustaca ve başarıyla iş gören bu resmi İngiliz casusunun, onu, emir ve para vererek harekete geçiren Türkiye’deki İngiliz casus şebekesinin ve İngiliz hariciyesinin bütün gizli faaliyet ve hazırlıklarını meydana çıkarmayı başaran İçişleri Bakanı Adnan Bey’i kutlamamak mümkün değildi.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın ta gençliğinden beri öğrenimine özen gösterdiği ve özellikle Doğu için yetiştirdiği Mustafa Sagir, müthiş bir casus olmakla birlikte o kadar zeki sayılmazdı.
‘Sadece Allah’tan korkar...’
O günlerde Ankara’da bina bulmak zordu. Büyük gayret ve güçlükle, bir emekli subayın evi kiralanmış ve mahkememiz bu evde çalışmaya başlamıştı. Evin üst katında merdivenden çıkınca dar bir salon, bu salonun sağında görüşme salonu ve katiplerin çalışma odaları vardı. Duruşmalar bu dar salonda yapılırdı. Salonun siyah perdeli iki dar penceresi önünde at nalı şeklinde küçük bir hakimler heyeti kürsüsü ve hakimlerin oturduğu yerin arkasında -tam iki pencere arasında- yeşil bir levha üzerine siyah harflerle “Bir Numaralı İstiklal Mahkemesi heyeti, mücadelesinde sadece Allah’tan korkar” yazısı vardı. Salon genel olarak heybetliydi. Mustafa Sagir’in ilk sorgusunu burada, açık yargılamasını ise Ağır Ceza Mahkemesi’nin geniş salonunda yapmıştık.
Mustafa Sagir mahkeme salonuna ilk getirildiğinde, mahkeme heyetinin arkasında asılı levha gözüne çarpmış, ürkmüş ve heyecanlanmıştı. Sinirli bir haldeydi. Sürekli olarak çevreyi ve hakimler heyetini heyecanla inceliyordu. Adının Mustafa, babasının adının Zekeriya olduğunu söyleyen bu Hintlinin yaşı otuz üçten biraz büyüktü. Ayağında reyye pantolon, sırtında redingot, başında kıpkırmızı bir fes vardı. Kısa boylu ve şişmandı. Rengi, sapsarıydı. Daha ilk sorgusunda öğrendiğimize göre, bu adam İngilizler adına o güne kadar neler yapmamıştı ki. Ankara’ya gelişi bile gerçekten ustacaydı.
İstanbul’a geldiğinde ise kendisini saf, mütevazı, yüreği milletimize ve Müslümanlara sevgi ile çarpan bir dindaş olarak tanıtmıştı, Ulusal hareketimizle içten ilgiliymiş gibi görünerek, kurmay binbaşılardan Filibeli Ali Rıza Bey’le (General Ali Rıza Artunkal) ilişki kurmuş ve onun güvenini kazanmıştı. Ali Rıza Bey aracılığıyla süvari kaymakamlığından emekli Aziz Bey’le tanışmış ve ilk görüşme Filibeli Ali Rıza Bey’in evinin karşısında Mustafa Sagir’in oturduğu evde gerçekleşmişti. Mustafa Sagir, bu görüşme sırasında kendini Hint Hilafet Cemiyeti’nin delegesi olarak tanıtır. İlk görüşmeden sonra Filibeli Ali Rıza Bey, Aziz Bey’e gelerek şöyle der:
Oyun içinde oyun...
“Ayrı ayrı çalışmak olmaz. İstanbul’da Türk-Hint Yardımlaşma Cemiyeti adıyla bir cemiyet oluşturalım. Bu adamın İslam dünyası ile ilgili dikkat çekici incelemeleri var. Bu sayede İslam dünyası ile ilişki kuralım.” 
Aziz Bey, bu öneriyi kabul eder. Bir gün Filibeli Ali Rıza Bey bir tüzük taslağı getirir. Aziz Bey, taslağı gözden geçirir. “Zararlı bir şey değil. Bu taslak üzerinde görüşelim” der. Fakat üç gün sonra Mustafa Sagir’in evinde toplandıklarında, Filibeli Ali Rıza Bey tarafından hazırlanan tüzük taslağını tabedilmiş olarak bulur. Bu emrivakiye sinirlenmekle birlikte tüzüğü ret de etmez. Yalnız böyle bir cemiyet kurmak için Mustafa Sagir’in elinde yetki belgesi olup olmadığını sorar. Buna Ali Rıza Bey cevap verir ve “Hint Hilafet Cemiyeti Başkanı Mehmet Ali Han’dan mektup var. O mektupları ben gördüm. Pasaportunun arkasında da Hint Hilafet Cemiyeti mensubu olduğuna dair resmi belge var, onu da gördüm” der. Bunun üzerine Filibeli Ali Rıza Bey, Aziz Bey, Bahriye Mektebi (Denizcilik Okulu) Müdürü Hamit Naci, Kurmay Binbaşı Müfit ve Hamit Naci Bey’in damadından oluşan cemiyet kurulur. Başkanlığa Aziz Bey getirilir. Hatta tüzük gereğince başkana 100, üyelere 40 lira maaş tahsis edilir.
Sagir’den dilenen özür...
Toplantılardan bir gün sonra, İtilaf devletleri memurları ile İstanbul Merkez Kumandanlığı’ndan bazı subaylar, Mustafa Sagir’in evini basarlar. Mustafa Sagir biraz önce evden çıkmış olduğu için bulunamaz. Evini ararlar, bazı belgeleri alırlar. Filibeli Ali Rıza Bey (Artunkal) ile diğer arkadaşları da yakalanarak Merkez Kumandanlığı’na götürülür. Bir süre sonra Mustafa Sagir Merkez Kumandanlığı’na gelir ve şiddetle bağırmaya başlar:
“Siz ne biçim milletsiniz? Biz uzak yerlerden gelip size hizmet etmek istiyoruz. Sizde zerre kadar kan yok mu? Ne yapıyorsunuz?”
Bunun üzerine merkez kumandanı kendisinden özür diler ve yakaladıkları kişileri serbest bırakır.
Filibeli Ali Rıza Bey ve arkadaşlarının önerisiyle, Mustafa Sagir’in İstanbul’dan uzaklaşması ve Ankara’ya gitmesi uygun görülür. Aslında güya Mustafa Sagir, Mehmet Ali Han’dan Anadolu’ya geçip doğrudan doğruya Kuva-yı Milliye ile temasa geçmesi için emir almıştır. Aziz Bey vasıtasıyla bütün hareket hazırlıkları yapılır, motor tutulur. Tam hareket edeceği sırada Filibeli Ali Rıza Bey gelir, “Motor parası fazla tutuyor, motorla gitmesi güç olacak, onu Bulgaristan yoluyla göndereceğim. Filibe’ye uğrar, orada yardım görür, iş daha kolaylaşır” der.
Mustafa Sagir Bulgaristan’a hareket eder, fakat hava muhalefeti yüzünden yanlışlıkla İğneada’ya düşer. Yunanlılar kendisini yakalayarak Atina’ya götürürler. İngilizlerin müdahalesiyle oradan da kurtulur. Tekrar İstanbul’a gelerek Filibelii Ali Rıza Bey’in karşısındaki eski evine yerleşir. Maalesef bu kişiler hâlâ bu adamın iyi niyetine inanmaktadırlar. Hatta eline “güvenilebilir” diye bir belge vererek Ankara’ya gönderirler. Sonradan anlaşıldı ki Mustafa Sagir, bu kişilerle olan tüm ilişkilerini ve yaptığı işleri günü gününe İngilizlere haber veriyordu.
İtiraf ve idam...
Ülkemize kastı ne idi? Bu ihaneti neden ve nasıl yapacaktı? Bir Müslüman olarak bu görevi neden kabul etmişti? Bu soruları sorduğumuzda verdiği cevap şu olmuştu: “Bu memleketin evladı değilim, vatana ihanetle suçlanamam. Ben Türklerin nimeti ile büyümedim. Beni İngilizler yetiştirdi. Siz yetiştirmiş olsaydınız size de aynı hizmeti yapardım.”
Mustafa Sagir’in mahkemesi günlerce sürdü. Duruşmalar geniş bir halk topluluğu tarafından ilgiyle izlendi. Hakimiyet-i Milliye gazetesi duruşmaları, 1 Mayıs 1921’den başlayıp günü gününe yayımladı. Deliller çoktu ve kesindi. Mustafa Sagir her şeyi anlatarak suçunu itiraf etti. Tanıklar dinlendi, Mustafa Sagir kendisini savundu. Bir Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi olarak, 23 Mayıs 1921’de Mustafa Sagir’in idamına karar verdik.
Mustafa Sagir, 24 Mayıs 1921’de Karaoğlan Çarşısı’na getirilerek, büyük bir kalabalık önünde, mahkeme katibi Rıza Bey tarafından mahkemenin kararı okunduktan sonra asılarak idam edildi.

ATATÜRK DİYOR Kİ
Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak
olmaktan kurtulamaz. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler
başka milletlerin avıdır. Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin
kararı ve direnişi kurtaracaktır.

Yazarın Diğer Yazıları