Tarikatın sözcüsü

Oray Eğin, Akşam’daki köşesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ABD gezisine katılan gazetecilerin “comfort media” adıyla bir tarikat oluşturduklarını yazdı

Abdullah Gül’ün Amerika gezisine katılan gazeteciler, Cumhurbaşkanı’na bağlılıklarını kanıtlamak için adeta gizli bir yemin ettiler. Her koşulda ve şartta onu yıkayıp yağlayacaklarına, her ne pahasına olursa olsun arkasında duracaklarına, onu hep mutlu eden haberler yazacaklarına.
Bir ayin gibi gerçekleştiğini tahmin ediyorum bu yemin töreninin. New York’taki Ritz otelinin lobisinde buluşup Kur’an’a el basarak Fehmi Koru’nun sözlerini hep bir ağızdan tekrarlayarak mesela.
Böylece Türk Basını’nda yeni bir tarikat benzeri oluşumun da ilk tohumları Amerika Birleşik Devletleri’nde atılmış oldu. Bu tarikatın da adı, Amerika’ya uygun olarak “comfort media” konmuş olmalı. Tarikata mensup gazetecilerin uyması gereken kurallardan biri bütün yazılarda Cumhurbaşkanı’nın hoşuna gidecek yorumlara yer vermek. Tarikat mensuplarını gazetelerde Abdullah Gül’le yan yana fotoğraflardaki yüz ifadelerinden tanıyabilirsiniz. Her kim ki pişmiş kelle gibi sırıtıyorsa Cumhurbaşkanı’nın yanında, tarikatın önde geleni olmuş demektir. Pembe, kızarık bir surat, 32 diş birden açıkta ve fotoğraftan sesi duyulan kahkaha... Abdullah Gül’ün bunlara verdiği mutluluk iksiri nasıl bir şey acaba?
“Comfort media” eylemlerine devam ederken, Türkiye’de yükselen seslere karşılık sözcü görevini üstlenen Ergun Babahan ’akredite gazetecileri’ canla başla savundu. Kendisine ufak bir hatırlatma yapacağım. Yazılarının birinde “Kimin siyasetçilerden ne istediğini biz biliyoruz” gibi bir ifade vardı, “Yıllardır bu piyasanın içindeyiz” diye ekleyerek. Kendisinin bizzat Gül sayesinde genel yayın yönetmeni olduğunu, bu hükümetten yayın yönetmenliği koltuğu istediğini unutarak. Karşılığında da gazetesini, gazetesinin köşe yazarlarını, kendi köşesini Cumhurbaşkanı’nın emrine sundu üstelik. Bugün Sabah gazetesi, “comfort media” saflarında İslamcı basından bile önde yer alıyor.
Dahası Ergun Babahan’ın Cumhurbaşkanı ile kurduğu ilişki gazetecilik açısından kabul edilebilir sınırlarda mı? Sürekli onun sofrasında, habire dizinin dibinde ama bu görüşmelerden bir haber çıktığına da tanık olmadık.
Sadece Gü’ü yıkayıp yağlayan, yücelten yazılar okuduk bugüne kadar Babahan’dan. Bir tek haber yapmadı. Fehmi Koru’yla yarışacak bir övgü bombardımanına tuttu Cumhurbaşkanı’nı.
Düşünüyorum, belki de TMSF’nin Sabah’a el koyduğu gece “Beni genel yayın yönetmeni yapın” diye yetkililere yalvarmasa Babahan bugün basının seyri daha farklı olabilirdi. Sadece biraz daha para, koltuk sevdası ve titr uğruna bunları yapmasaydı belki Sabah kendisinin hep övündüğü eski çizgisinde yer alabilirdi.
Ya da TMSF, Babahan’ın yayın yönetmenliğini reddedip yerine boştaki lüzumsuz gazetecilerden birini getirseydi aynı hayranlıkla bakabilir miydi Gül’ün yüzüne? Şüphesiz basındaki en keskin AKP karşıtlarından biri olduğu gibi her fırsat bulduğunda eleştirilerini saklamazdı.
Belki de bu tarikatın kurulmasına engel bile olabilirdi... Yazık ki gazetecilikte para kazanmak, unvan sahibi olmak ve SUV kullanmaktan daha önemli bir taraf olduğunu anlayamadan sürdürecek mesleki yaşantısını.
* Oray Eğin / Akşam

*****

Donat, ibretlik vak’a...
Bugün canla başka Köşk’ün yeni Yavuz Donat’ı olarak çalışmalarını sürdüren gazetecilerin örnek aldıkları gazetecinin halinden ders almaları gerekiyor halbuki. Demirel bitti ve Yavuz Donat’a ne oldu? Kendini Anadolu’ya vurdu ve kendisinin de, okurunun da hiç ilgilenmediği yazılarla maaş alabilmek için çalışıyor. Arada sırada sanki birileri merak ediyormuş gibi Demirel’den görüş alıyor ama bunu da kimse yemiyor. Eski şaşaa, iktidar ve görkemin çok uzağında. Bir şakaya dönüştü.
Hadi Demirel 40 yıl siyasete damgasını vurdu, Donat da doğru ata oynadı. Abdullah Gül’ün Türk siyasetindeki ömrü de sınırlı. O emekli olduğunda bugün çantasını taşıyanlar büyük ihtimalle hâlâ gazetecilik yapıyor olacak. Ama hangi yüzle, hangi itibar ve inandırıcılıkla?
Gül’ün devri bitince bugün kurdukları tarikatın hali ne olacak?
Büyük ihtimalle yaranacak yeni bir siyasetçi arayacaklar ve basındaki Yavuz Donat geleneği sürecek. Yazık ki bu silinmesi gereken bir meslek yarasıdır.
Halbuki bugün genel yayın yönetmenleri bunu kolaylıkla engelleyebilir. Serdar Turgut’un siyasetçi gezilerin davetle çağrılan gazetecilere yönelik yaptığı “Reddedin” çağrısının tamamen arkasında duruyorum.  Seçilmiş gazeteci, Gül’ün Amerika seyahatinde olduğu gibi utanç verici yazılar yazar, ne işe yaradığı belli olmayan bir geziyi çok önemli bir diplomatik temas gibi sunar ve okurlarını kandırır, bir anlamda yalan söyler.
* Oray Eğin / Akşam

*****

Gazetecilik ‘suç’ oldu!

Hatırlarsınız; yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan bir süre önce TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı ziyaret etmişti. Özcan, Meclis TV’nin kaydettiği görüntülerde Köksal Toptan’a, “Başbakan beni, ’Aman hocam bir şey söylersin ipimizi çekerler’diye uyardı” diyordu.
Meclis yönetimi, bu görüntüler yüzünden Meclis TV’nin Haber Koordinatörü Yavuz Selim, muhabir Nida Yılmaz ve iki VTR görevlisi hakkında “kınama” ve “uyarı” cezası vermiş.
Suçları ne bu meslektaşlarımızın? Sıradan bir ziyareti görüntülemek...
Şanslarına (ya da şanssızlıklarına) bakın ki, “balık” ağlarına takılmış!
Eğer “memur” gibi davranıp o konuşmayı makaslasalardı, kınanmayacaklardı...
Böyle bir kınama ancak bizim ülkemizde olur...
Çünkü demokrasisi “azıcık” gelişmiş ülkelerde bile kimse buna cesaret bile edemez... Çünkü “çarşı” fena halde karışır!
Bizde ise ses seda çıkmıyor... Yazık!
* Mustafa Mutlu / Vatan


*****

Taş üstünde taş

Farkındasınızdır. Değişik yazı türleri var. Mesela, öyle seçilen “şöhretli biri” ne, ilkesel eleştiriden ziyade, taş atarak başını büyüten yazı tipleri de var.
Ki çok seviliyor!
Taş özenle hazırlanıp atılıyor. Hem taşı attığınızda sizi de o şöhret dünyasının bir parçası yapıyor. Hem de, ballı börek, karşıdan da size cevap veya taş geldiğinde.
Kişisel hakaret davaları ihtimali dışında, bu tür şeylerin tehlikesi yok.
Bir kurum olarak çeşitli iktidar, güç, tahakküm biçimlerini filan karşısına almıyor.
Polemikçilik ile tetikçilik arasındaki o kaygan zeminde hem “entertain” ediyor; hem de “antrenman” yapıyor.
Zaten hedefini dikkatle seçiyor. Herkese dokunmuyor! Yakın çevrenin haline bakıp da, “Ulan uzaklara taş atmak ayıp o zaman” da demiyor.
İyi bi şiy!
Dipsiz Kuyu, biraz “hıyar” yazı tipine örnek!
Zaman zaman öyle şahsi taşlar da atılmıştır mutlaka, ama sistemli değil.
Burası daha ziyade sistemin kuyularından sistemli taş çıkarma, sistemden kuyulardakilerin başına düşen, atılan taşların, (elbette durduramaz ama), en azından farkında olunması için uğraşma mahalli.
Misal;
Memlekette mutlaka çok sayıda parlak, övülecek banka sahibi, ceosu, müdürü vardır.
Tabii aslında nispeten çok az sayıdadır.
İşte nasıl olsa onlarla ilgili, sayılarıyla orantısız, (maddi) güçleriyle orantılı çok sayıda haber, övgü, güzelleme, köşe köşe mersiye yazısı, onlarla onyüzbin tane “interview” neyin çıkıyordur medyada.
Ne de olsa, reklamı, ilanı, krediyi onlar dağıtıyor.
Değerli olanları ben de selamlarım; ancak Dipsiz Kuyu daha ziyade, sayıları daha daha çok olduğu halde haberleri pek kısıtlı, sesleri pek kısık kalmış çalışanlarla alakalı.
O yüzden “en modern işletmelerin şık köleleri” üstüne epey yazı çıktı burada.
Müdür beyler kızmasınlar! Kızdılar mı? Kızsınlar!
* Umur Talu / Sabah


*****

Ulusal hüzün!..

Kimi köşe yazarları kafayı “ulusalcılar” ile bozmuş durumda...
Kimine göre AB’ye girişimizi ulusalcılar engellemektedir...
Kimi de 301’in kalkmamasından ulusalcıları sorumlu tutmaktadır.
Sanki iktidarda AKP değil de ulusalcılar vardır. Sanki ulusalcılar AKP’yi esir
almıştır.
Kafayı ulusalcılarla bozmuş bu arkadaşlara soralım...
Ulusalcı olmadığınıza göre siz nesiniz? Mandacı mı? İyi ama bunu ulusalcıları suçlu göstererek ifade etmek yerine neden doğrudan açıklamıyorsunuz? 
* Melih Aşık / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları