Taşeronluğu sanata da bulaştırdılar

AKP’li belediyelerden biri oyuncu olarak taşeron alacağını ilan etmiş. Bunlar için eğitim denen bir şey yok. Eğitim fasa fiso. Gelen elinden geleni yapar yapamazsa; asansörden düşer, çamurun altında kalır. İşte beğenmedikleri Cumhuriyetle aralarındaki fark bu. Cumhuriyet medeniyet demekti ve eğitime her şeyden öncelik veriyordu. Bu yüzden de kazalar az olurdu, eğitimliler çok olurdu.
***
Biz öğretmen okulundayken, müzik ve resim bölümlerine ayrılmıştık. Diğer derslerin yanında çok yoğun bir şekilde, resim ve müzik çalışırdık. Çapa Öğretmen Okulu’nun alt koridorları keman sesleriyle çınlardı. Keman, üflemeli sazlar, vurmalı sazlar, piyano ne isterseniz... Ben de keman çalardım. Hatta içimizden opera şarkıcısı çıkan da olmuştu. Mezun olan gençler, Gazi Eğitim’e ya da konservatuvarlara gider, sonra orkestralara girerlerdi.
Cuma ve Pazartesi günleri öğretmen okulunun mermer merdivenlerine dizilir, görkemli İstiklal Marşı törenleri yapardık. Düşünsenize üflemeli çalgılar, vurmalı sazlar, kemanlar ve koro. Sesimiz ta Şehremini’nden duyulurdu. Üstelik başımızda Zeki Bey’in (İstiklal Marşımızın bestecisi) oğlu Ekrem Zeki Ün olurdu. Bizi her ne kadar keman yayıyla terbiye ettiyse de mükemmel çalgıcılar yapmıştı. Hatta virtuözite derecesinde sanatkarlar bile diyebiliriz. Bazı boş günlerimizde bizi bir amfide toplar Türk halk müziğinden yaptığı düzenlemeleri dinletirdi ve Bach çalardı.
***
İşte beğenmedikleri Cumhuriyet, böyle medeni bir dönemle başlamıştı. Şimdi bir belediye oyuncu olarak taşeron arıyormuş. Aklım durdu. Oyunculuk bir sanattır. Atatürk boşuna mı konservatuvar açtı. Siz kapatasınız diye mi tiyatro ve konservatuvarlar açtı. Siz taşeron işçi kullanın diye mi konservatuvar ve tiyatrolarda eğitimi şart koştu. Konservatuvarlarda yıldız öğretmenler ders verirdi. Sabahattin Ali Ankara’da, hatırlayabildiğim kadarıyla Orhan Şaik Gökyay... Bizim, İstanbul’da yani bizim orkestrayla ve koroyla alakası olmadığı halde Nihat Sami Banarlı da İstanbul’daki hocalarımızdandı. Nihat Bey, Kadir geceleri öğrencilerini toplar cami gezdirirdi. Bazen de Samiha Ayverdi’nin evine götürürdü. Yani bir kaç ay yeter diyerek dandik eğitimler yapmak yerine, sağlam, muhkem, iyi yetişmiş hocalardan ders alırdık.
Şimdi şu halimize bakın. Etraftan oyuncu topluyoruz. Yani bu topladığınız oyuncular çekirdek satıyor olabilirler, garson olabilirler başka bir şey olabilirler. Onları küçümsemiyorum. Onlardan da ne kabiliyetler çıkar diyeceksiniz. Evet doğrudur ama işin kuralı budur. Her yerde eğitim, birinci sırada gözetilmelidir. Maden işçiliğinde de, inşaat işçiliğinde de...
Eğitimsiz çocukları asansörlere tıkıyoruz, yanlarına ağırlıklı taşlar koyuyoruz, düşüp parçalanıyorlar. Yahut iki lokma yiyeceklerine göz dikiyor, yerlerinden ediyor, yerin 300 metre altında yemek yemelerini istiyoruz.
Allah Allah, bu mehdi ne kadar dünyadan ve ahretten habersizmiş. Bizimkine mehdi diyorlarmış, duymuşsunuzdur. Ahir zamanda mehdinin geleceğini duydunuz da saraylarda oturacağını duydunuz mu?
***
Türkiye’ye yazık oluyor. Eğitimsizlikten Türkiye kırılıyor. Okulları imam hatibe çevirmek... İlimle bilgiyle donatacaklarına çocuklarımızın etek boylarıyla uğraşıyorlar.
Resim eğitimi gören çocuklarımız sergiler açıyorlar. Atatürk Eğitim Fakültesi’ndeki profesörler bunlardır. Bu çocuklar, köy enstitülerinden gelerek hatırı sayılır ressamlar
oldular.
O yıllarda herkes işinde en mükemmel olmaya çalışırdı. Bunlar, yağmaları tamamlamak için çalışıyorlar. O yağmalar tamamlanmaz. Biri bitmeden biri başlar. Böylece de sevgili Türkiye’mizin, hani çivisi çıktı denir ya, bütün çivileri çıkmış olur. Elbette o çivileri yerine mıhlayacak biri bulunur...

Yazarın Diğer Yazıları