DEM Partili Sırrı Sakık, “Ülkeyi birlikte kurduktan sonra dönüp Kürt'ü yok sayanlar alçaktır. Bir halkın dilini yasaklayanlar alçaktır, bir halkın haklarını gasp edenler alçaktır” dedi mi,
dedi.
Bu ve benzeri daha pek çok sözü söyledi mi?
Söyledi.
Peki ne oldu?
Hiç!
Hiçbir şey olmadı. Yanına kâr kaldı.
Devletin kuruluşuna, ülkenin milli bağımsızlık teminatı olan ülkenin öz kimliğine hakaret etti, küfür etti ve koca devlet ve siyaset sustu. Halbuki güçlü bir siyaset ve devletin yapacağı şey belliydi.
Ağzından dökülen sözler havada uçuşurken anında o ihaneti yapanın akıbetini TBMM oyladıktan sonra, vekilliğini düşürüp, kollarına kelepçe takıp zindana göndererek ortaya koymalıydı.
Devlet otoritesi, dosta düşmana böyle gösterildi.
Kurucu akla ve iradeye saygı, böyle tescillenirdi.
Her nedense Türkiye’de zaman zaman ortaya çıkan tırsık bir siyaset damarı, böyle durumlar karşısında etkisiz eleman rolünü oynuyor. İmparatorluğun çöküş yıllarında da böyleydi. Anlı şanlı II. Abdühamid’e Ermeni komitacıları suikast düzenlemiş, canına kast etmiş, fakat affedilmişti.
Aynısını halktan, yani kendinden birileri yapsa, o adam ya da adamların sonunun ne olacağını kimse kestiremezdi.
Güçlü siyaset, temel değerlerinden taviz vermeyen yönetim ve devlet aklı, geri adım atmaz. Eğik durmaz. Değerlerini korur. Korumuyorsa bunun nedenini araştırmak lazım.
Türkiye’de ve dünyada siyasi ortama bir bakar mısınız?
Herkesin Netenyahu’ya kızıp ateş püskürdüğü, “Katil” dediği bir süreçteyiz ve Türkiye, kendi askerini, polisini, halkını katleden teröriste “barış (!)” güzellemeleri yapıyor. Üstelik bu adam, idam cezası almış, suçu sabit, hapiste. 50 bin kişinin ölümünden sorumlu.
Netanhayu ile ne farkı var?
Biri devlet adamı, hukuk tanımıyor. İnsan haklarını hiçe sayıyor. Halkı, kadın, çoluk çocuk ayırt etmeksizin elindeki silahlarla yakıp yıkıyor, öldürüyor. Bizdeki ise, kendi ülkesine silah çekmiş hem halkı hem de bebekler dahil, çocukları öldürtmüş. Köyleri basıp yakıp yıkmış. Öğretmenleri kaçırmış kurşuna dizmiş. Dahası ülkesinin bayrağını taşıyan askerini, polisini, korucusunu öldürmüş.
Şimdi neymiş “Barış” yapıyormuşuz.
Bu nasıl barışsa, adamlar milim taviz vermiyor, sürekli “devlet taviz versin” diyor. Burunlarından kıl aldırmıyor. Yetmiyor bir de kurucu değerlere saldırıp, “Barışacağını söylediği devletin kurucu iradesine
“Alçak” diyerek hakaret ediyor.
Yetmiyor, “hapistekilere af” istiyor. Yurt dışında olanların Türkiye’ye dönüp siyasete katılmalarına izin verilmesini gerektiğini söylüyor.
Kısaca devletin yarısını istiyor.
Devleti ve siyaseti bölün ve bize verin diyor.
Anayasal taviz istemenin anlamı budur.
Daha istediği tavizleri koparmadan, Millî Mücadele vermiş mecliste, kurucu iradeye hakaret eden bu damalar, iktidar ve beraberindekilerin vereceği taviz sonrası kim bilir neler yapacak. Bir de gelecek seçimde nitelikli teröristleri milletvekili yaparlarsa, asıl siz o zaman görün meclisi.
Kimler kimleri sille tokat yerlerde sürüklüyor görürsünüz.
Tavizlerle, geri adımlarla, yaranmacı siyasetle devlet kurtulsaydı, Osmanlı halen yaşıyor olurdu.
Aklı başında, ortalama zekâya sahip herkes biliyor ki, bu siyaset, samimi bir barış siyaseti değildir. Bu siyaset, eğer terörist önderliğin istekleri kabul olursa, Türkiye’nin bölünmesine giden yolda çok önemli bir eşiğin aşılması olur. Bunun böyle olacağının ilk işaretlerinden biri DEM’li Sakık’ın hakaret söylemlerinden bellidir. O söylem, reel gerçekliğin dışında bir söylemdir.
Kurtuluş Savaşı öncesi Kürtlerle bir anlaşma yapıldı da hakları verilmedi mi? Sahiden “Ülkeyi birlikte” mi kurduk?
Yoksa Eski Suriye yönetimi gibi Kürtleri devletten topyekûn uzaklaştırdı mı? Yurttaş olarak kendimizi üstün, onları ikinci sınıf insanlar haline mi getirdik?
Öyle ise o çemkiren DEM’li vekil, nasıl TBMM’de başkanvekili oluyor?
Ne dersen de. Söz kâr etmez. Çünkü asıl amaç barış değil, özerkleşme ve gelecekte de özerk alanları koparıp ayrılma. Bunun böyle olduğunu sağır sultan biliyor da bizimkiler bilmiyor mu?