Tekâlif-i Milliye'den korona kampanyalarına... / Yiğit Tokat

Tekâlif-i Milliye'den korona kampanyalarına... / Yiğit Tokat

Salgın dolayısıyla başlatılan bağış ve yardım kampanyaları iktidar ile muhalefet arasında polemik konusu olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan "Tekalif-i Milliye" meselesini gündeme getirdi. Muhalefete ağır şekilde yüklendiği açıklamasında Erdoğan şunları söyledi:

"Her ne kadar CHP Genel Başkanı başta olmak üzere kimi kesimler bu kampanyayı itibarsızlaştırmaya çalışmışsa da görüldüğü gibi milletimiz bu fitne odaklarına kulak vermemiştir. Hâlbuki bizim tarihimizde çok sayıda bu tür ve hatta daha ötesi dayanışma örnekleri vardır. Mesela Kurtuluş Savaşı başlarken Gazi Mustafa Kemal Atatürk Tekalif-i Milliye denilen 10 maddelik bir emir yayınlamıştır. Bu emirle milletimizin elinde bulunan silahtan cephaneye, giysiden yiyecek, içeceğe, makineden binek hayvanlarına kadar savaşta ihtiyaç duyulan hemen her malzemenin belirli bir oranı talep edilmiştir. Milletimiz bu dayanışma çağrısına mecburiyetin ötesinde bir gönüllükle iştirak ederek kendisinin ve evlatlarının geleceği için varını-yoğunu devletine vermekten çekinmemiştir. Kendi tarihlerini bilmeyenler, bugün devletimizin yürüttüğü yardım kampanyasını dahi sabote etmeye çalışarak milletten ne kadar uzak olduklarını bir kez daha göstermişlerdir."

Evet; Erdoğan'ın açıklamasıyla gündeme taşınan "Tekalif-i Milliye" neydi? Bugün yapılmak istenen uygulamayla benzerliği ve farkı var mıydı? Yoksa uzaktan yakından hiç bir ilgisi yok muydu?

İşte size Tekâlif-i Milliye Emirleri'nin ortaya çıkış ve uygulanış hikayesi:

***

I. Cihan Harbi'ne, kaybedilen I. Balkan Savaşı'nın hemen sonrasında girilmesi zaten kötü olan devletin maliyesini ve yorgun olan askerini ne yazık ki derinden etkilemişti. Halk süregelen savaşlardan dolayı bitkin ve yılgın bir şekilde hayatını idame ettirme gayreti içindeydi. I. Cihan Harbi'nin de kaybedilmesi, Osmanlı'nın işgal kuvvetleri tarafından yönetilmesine sebep olmuştu. Bağımsızlığımız özellikle İngiltere tarafından kuşatma altına alınmış; ne yazık ki Padişah ve hükümet de bu durumdan kurtulmak için gerekli tedbir ve imkândan bihaber olarak yalnızca İngiltere'den gelen emirleri uygulama gayreti içindeydi. Sarayın bu mahkûmiyetten kurtulmak için ne gücü ne de çabası vardı. Kurtuluş tek çare olarak sine-i millette idi.

Mustafa Kemal…

“Nutuk” aynen şu ifadelerle başlar: “1919 yılı Mayısının On dokuzuncu Günü Samsun'a çıktım. Ülkenin Genel Durumu ve Görünüşü Şöyleydi… Büyük savaşın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir durumda… Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta… Saltanat, Hilafet makamında oturan Vahidüddin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak…”

16 Mayıs'ta Yunanlılar İzmir'e, Mustafa Kemal'de Samsun'a çıkar1...

***

Mustafa Kemal, Nutku'nda da ifade ettiği üzere, Osmanlı Devleti'nin hali ne yazık ki bitap bir vaziyette bulunmaktaydı. Yöre halkı İngilizler tarafından baskı altına alınmış, sıkı denetime maruz bırakılmış ve silahları alınmıştı. Bu saatten sonra Mustafa Kemal, halkının yanında işgal kuvvetlerine karşı mücadelesini sivil bir vatandaş olarak vermeyi planlarken, Kurtuluşu milletinde arayan bir liderin ilk icraatı da milli iradenin hâkim kılınmasının esas olduğuna kanaat getirmek olacaktı.

İşgal güçlerinin tek amacı, Mustafa Kemal ve onun önderliğinde yürütülen milli mücadelenin başarısızlığa uğratılması ve kurulan Ankara ordusunun bir an önce dağıtılarak milli mücadelenin önüne geçilmesi idi. Cihan Harbinden galip fakat yorgun çıkan İngiltere, bu noktada tüm desteğini Yunanistan Krallığı'na aktararak tam kapasiteyle Ankara hükümetine ve onun ordusuna yönelmesini amaçlamıştı. Mustafa Kemal Amasya tamiminde şöyle diyecekti: “ İstanbul Hükümeti aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir; bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor… Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”. Bu manevi ruh ve milletinden aldığı güç, Kurtuluş Savaşı'nın halk destekli olarak başlamasına imkân verecekti. Sonrasında, Sivas ve Erzurum Kongrelerinde yöre ve çevre ileri gelenlerinin de büyük destekleriyle alınan bağımsızlık kararında, milli meclisin Ankara'da kurulması mütalaa edilmiş ve 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bu şehirde kurulmuştu. O sıralarda ne yazık ki padişah ve onun hükümeti, Ankara Meclisi'nin alacağı hiçbir karara uymayacağını açıklamaktaydı.

İngilizlerin desteğini alan Yunan birlikleri, Anadolu'ya ilerleyişini sürdürmekteydi ve Türk Ordusu ilk olarak bu ilerleyişi Kütahya-Eskişehir dolaylarında kırmaya çalışmışsa da ne acıdır ki, bu muharebe kaybedilmiş ve ordumuz ciddi kayıplar vermişti. Bu durumu dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa bakınız nasıl ifade ediyor: “Arkadaşlar, tarihi günler yaşıyoruz. Yunanlıların çok üstün kuvvetle yaptıkları taarruza karşı askerlerimiz kahramanca dövüştüler. Ağır kayıplara uğradık. Biz şehir ve bölge harbi yapmıyoruz. Hedefimiz zaferdir. Ordumuz stratejik bakımdan en elverişli yerde harbe devam edecektir… Genelkurmay Başkanı olarak onlardan ben sorumluyum. Vereceğiniz cezayı şimdiden kabul ediyorum… Ve ben ölümden korkmam, milletin uğruna seve seve şehit olmasını bilirim.” Muharebe kaybedilmiş, yorgun ve bitkin ordu Ankara Haymana (Sakarya nehrinin geçtiği bölge) civarına kadar çekilmişti. Bu arada bozgun sonrasında Meclis'te yapılan gizli oturumlarda Mustafa Kemal'in vakit kaybetmeden ivedi ordunun başına geçmesi arz edildi. İstanbul'da ise ne yazık ki “Damat Ferit kabinelerinden birinde Adliye Nazırı Bosnalı Ali Rüştü Bey Yunan taarruzu başarısı için dua ettirmiştir2. Ve 5 Ağustos 1921 yılında yapılan oylamada 184 vekilin oyu ile Mustafa Kemal Başkomutanlığa getirildi. Hiç vakit kaybedilmeden Mustafa Kemal ve meclisin almış olduğu karar ile 7 Ağustos 1921 tarihinde “Tekâlif-i Milli Emirleri” hayata geçirilerek Sakarya Meydan Muharebesi'nin hazırlıkları halk desteğiyle başlatılacaktı. Böylelikle Yunan birliklerine karşı topyekûn bir var olma mücadelesine girişilecekti. İlan edilen Tekâlif-i Milliye Emirleri 10 maddeden oluşuyordu ve özünde, geri ödenmesi karşılığında halkın (çok fakirler hariç) ve tüccarın elinde bulunan malların %40'nın ilçelerde oluşturulan Tekâlif-i Milliye Komisyonlarına oradan da devlete verilmesi yer alıyordu. Bu mamul ve yarı mamul mallar makbuz karşılığında halktan alınarak kayıt altına alınıyor ve askerin iaşesinde, temel ihtiyaçlarında kullanılacaktı. Bu malları toplayan bölge ileri gelenleri veyahut devlet memurları görevi kötüye kullanır iseler en ağır cezalara çarptırılıyorlardı. Ankara Hükümeti'nin elindeki ne cephane, ne erzak ne de kıyafetler bu savaşı kaldırabilecek sayıda değildi. Tek çare halktı…

***

İşte o söz tam da burada söylenmişti Mustafa Kemal tarafından: “Hatt-ı müdafa yoktur sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Sakarya Meydan Muharebesi'nin kazanılmasında ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir şekilde milli birlik ve beraberlik zincirine bağlı olarak kurulmasının en büyük sebebi, Mustafa Kemal'in ordusuna ve kuşkusuz milletinin ferasetine güvenmesi ve milletinin de ordusuna, Başkumandanına bağlılığı idi. Halk, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan elinden geldiği kadar vatanının savunulmasına katkıda bulunmuş ve üstün manevi şahsiyetini vatanının kurtulmasına adamıştır. Kazanılan Sakarya Muharebesinden sonra Milli Savunma Bakanı Refet Paşa Meclis'te mebuslara şu şekilde hitap etmiştir: “… Bu ferdin zaferi değil, milletin zaferidir. Ve asıl kağnı arabasıyla koşan, yavrusunu kucağında taşıyan köylü kadınının zaferidir. Şükranı bir defa daha resmen ve alenen tekrar ediyorum. Vatandaşlar, bugün zaferimizi resmen ilan ediyoruz. Konstantin'in tacı tehlikeye düşmüş Yunan Ordusu'nun tırnakları sökülmüştür. Halk desteğiyle dünyaya örnek olarak topyekûn verilmiş olan Kurtuluş Savaşı kazanılmış ve bağımsızlığımız elde edilmiştir; akabinde Mustafa Kemal Paşa önderliğinde toplanan Meclis, halktan kayıt altına alınarak temin edilmiş malların bedelini kuruşu kuruşuna (toplam 6.3 milyon lira) 12 Nisan 1923 tarihinde çıkarılan 328 sayılı kanun ile halkına geri ödemiştir.

Hâlihazırda yürütülen bağış kampanyalarını Tekâlif-i Milliye Emirleri ile özdeşleştirmek, tarihten biraz bihaber olduğumuzu göstermektedir. Mevcut durumda Türkiye Cumhuriyeti tarihimizi demek ki daha detaylı ve derinlemesine incelememiz lazım gelmiştir.      

KAYNAKÇA:

1- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, SS, 178

2- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, SS, 218