Telefon devrimi

Gerçek bir devrimi yaşıyoruz... Kitle İletişim araçları dünyayı adeta bir köy haline getirdi... Bu uluslararası ihtilafların çözümüne mi yaradı yoksa çözümleri daha mı güçleştirdi? Ayrı konu. Şurası muhakkak ki, televizyon, telefon, Internet yokken devlet ve hükümet adamları sefirlerden, ulakla, mektupla, hatta telgrafla gelen mesajları düşünmeye ve kararlarını daha sakin kafayla vermeye zaman bulurlardı... Şimdi her şey anında oluyor, hatta Başbakanlar karşı tarafların hamlelerini önce radyo televizyon ve gazetelerden öğreniyorlar,  - emri vakiler karşısında kalıyorlar...
Ben, iletişim devriminin, telefon boyutunu bizzat yaşadım; bir defa, telefon ahizeleri önce ahizeyi mandaldan kaldırınca harekete geçen ve istediğiniz “numarayı” aradaki   “santral memurelerinin”  bağladığı, yuvarlak bir kaide üzerine oturtulmuş mikrofonu, bir borunun üstünde kulaklığı, yanındaki mandalda asılı ahizelerdi. Daha önce kutu şeklindeydi ve sonra gene daha modern görünüşlü ahizelere gelindi. Sesli santral memurelerinin yerini otomatik çevirmeli telefonlar aldı... Ve gücünü yandaki koca bataryalardan alan manyetolu telefonlar vardı...
Gazeteci olarak telefonun acılarını çok çektik!  Şehirlerarası telefonlarda zaman kategorileri vardı:  “normal” - “acele”  ve  “yıldırım” ücretleri farklı!  “Normal”  demişseniz, sabaha kadar belki daha fazla beklerdiniz... “Acele”  birkaç saat... “Yıldırım”  ise en az yarım saat!
En fecisi gazeteye tam haber yazdırırken  “acele” de olsa hatta “yıldırım” da olsa memurenin,  “müddetiniz doldu”  diye konuşmayı şak diye kesmesi idi!
İşinizi çabuklaştırmak için iyol vardı: Santral memureleri hanımlarla, önce telefonda,  belki de sonra buluşarak flört! Pek de güzel olmayan  “memurenin”  başınızda kalması pahasına!
Telefon hatları tek olduğu, optik kablolar vb. olmadığı için jandarma karakolları da aynı telleri paylaşırlar ve zaten cızırtılı ve hafif gelen sesleri duyabilmek için  “çekil aradan jandarma”  demek zorunda kalırdık!
İlk büyük devrim, o da şehir içi konuşmalarda çevirmeli,  otomatik telefonlar oldu... O zaman her yıl yayınlanan telefon rehberinde bu  “çevirmenin”  nasıl yapılacağı madde madde anlatılmıştı:
Ve telefon rehberleri vardı... Elimde, bir kaç yılın rehberleri var... İlki 1920 tarihli,  eski Türkçe ve  “Telefon Şirketi”   Belçika - Fransız Konsorsiyumu olduğu için Fransızca.
Bu, sayfaları abone sayısı arttıkça fazlalaşan rehberler- şirketlerin ve kişilerin gelişmesini gösteren a sosyolojik bir belge. Mesela, ilk rehberlerde Vehbi Koç hiç yokken, her yıl, hem evleri hem işleri artmış! Reklâmlar da şirketler ve yeni ürünler çıktıkça başka olmuş!
Tabii evlere hatta iş yerlerine telefon bağlatmak teknik imkânlar sınırlı olduğu için gittikçe güçleşmiş. Bir telefon almak için adeta yıllarca beklemek veya iltimas- hatta rüşvet gerek! Çoğu zaman, telefon öldükten sonra bağlanırdı!  Ve “telefon” miras metaı!  Dört kardeşe, babamızdan kalan mahdut mirastan en kıymetlisi bir telefon hattı idi!
Bir gün gelip de  telefonun cebe gireceğini , - bilgisayar vs. görevini yapacağını söyleselerdi  “hayal”  derdim. Hatta Dik Tracy diye bir dedektif çizgi romanı vardı... Telefonu bir kol saatiydi.  “Artık bu kadarı da olmaz”  derdik! Oldu, hatta daha fazlası oldu!
Ve telefon paylaşılamayan miras, güç erişilir bir hayalken. Şimdi cep telefonları şirketleri, mesela,  TURKCELL, AVEA ve VODAFON’la, sabit telefon Türk Telekom arasında rekabet ve reklâm savaşı haline geleceğini düşünemezdik bile! 
Evet, bu da oldu... Bir zamanlar devletin PTT’si vardı; “Telefonlar” çoğaldı yabancılara gitti. Devletin elinde  “Posta”  ve galiba  “telgraf”  kaldı... Posta da Kargo -kurye servislerine  “kaybedilmek”  üzere’...  “Telgrafa”  gelince, o Nazım’ın  “gece gelen telgrafı”  tellerine kuşların konduğu -Kurtuluş Savaşı’nda önemli roller oynayan “Manastırlı Hamdi”  beylerin manipleli  “telgrafı” galiba devrime kaybetmek üzereyiz! Ben, şahsen  “santral memurelerimi ” arıyorum!  

Zengin- Para yok, iş yok, alışveriş yok, Karagöz çelebi, sermayeyi taşa toprağa verip iki yüz bin liraya şu apartımancığı yaptırıyorum! Hu! hu, hu, hu!
Karagöz- Vay gidi şaklaban vay, kırk yıldır kira köşelerinde sürünüyorum da, yine halime şükredip gık demiyorum. Sen ne ağlıyorsun, ver o mendili biz ağlayalım yahu!


FIKRA

Telefon  “devriminden”  önce Ankara’yı ziyaret eden bir yabancı, bir bakanın özel kaleminde sırasını bekliyormuş... Bakanın odasından yüksek sesle konuşması geliyormuş. Yabancı sorar;  “Sayın Bakan çok kızgın galiba,”  Özel Kalem Müdürü:  “Kızgın filan değil. İstanbul’la konuşuyor”  Yabancı misafir hayretle;
 “Neden telefonu kullanmıyor?”


ÖZDEYİŞ

“Her sabah gazetemi açar, önce Ölüm İlanlarına bakarım. Adım yoksa yaşamaya devam ederim ” T -Mark Twain

“Her sabah gazetelere bakar ” Ergenekon “ haberlerinde adım yoksa dışarıda yaşamaya devam ederim” 
Altemur Kılıç

Yazarın Diğer Yazıları