Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hulki CEVİZOĞLU

Hulki CEVİZOĞLU

Törenler ve Kolektif Bellek 100. YILIN SOSYOLOJİSİ

Dün, milli mücadelenin 100. yıldönümü idi.

Atatürk'ün, ülkemizi işgalcilerden kurtarmak ve "tam bağımsızlığa" kavuşturmak için başlattığı mücadelenin yüzüncü yıldönümü.

(Bu konudaki ayrıntılı bilgileri dizi yazımızda okuduğunuz için atlıyorum).

"BUNA DA RAZIYIZ" SOSYOLOJİSİ

Konunun başka bir boyutuna değinmek istiyorum.

Önemli bir boyut bu.

Dün, 100. yıl Samsun'daki törenlerde kutlandı.

Pek çok insanımızın, özellikle Atatürkçü duyarlılığı yüksek insanlarımızın "Eh, buna da razıyız" dediğini duyuyoruz, biliyoruz.

Ancak, "Buna da razıyız" diyerek geçiştirmemiz mümkün değildir.

Çünkü, bırakın 50. ve 75. gibi özel yıldönümlerini 100. yılda çok büyük törenlerle, görkemli biçimde kutlamalar yapmamız gerekiyordu.

Atatürk, Cumhuriyetin 10. Yılında ("10. Yıl Nutkunda"), bize neler yapmamız gerektiğini söylemişti.

Bu vasiyetine dün de sahip çıkamadık.

AKP iktidarından önce ve bu iktidarın ilk yıllarında, tüm illerimizde stadyumlar başta olmak üzere düzenlenen büyük törenler, daha sonra "Faşizm" iddialarıyla, salonlara tıkıldı, ötelendi; bazı valiler pastanelerde yaş pasta keserek 10-15 kişiyle dalga geçerek kutlamaya başladı!

Dün ilk kez Samsun'da ülkeyi yönetinlerin katıldığı törene bu nedenle razı olduk.

Kurtuluş Savaşının sosyolojisine bakarsak, ben buna "Buna da Razıyız Sosyolojisi" adını veriyorum.

Kötünün iyisi.

"DAHA BÜYÜK ŞEREFLERLE, SAADETLERLE"

Atatürk,  Cumhuruyetin onuncu yılında şöyle demişti bizlere:

"Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim."

Ankara'da, 29 Ekim 1933'deki törendeki konuşmasını "Ne mutlu Türküm diyene!" sözleriyle bitiren Atatürk'e dün de layık olamadık.

TÖRENLER KOLEKTİF BELLİĞİMİZDİR

10 ay önce de, 30 Ağustos'un yıldönümünde yazmıştım.

Törenler bir ülkenin kolektif belleği ve ulusal hafızalarıdır!

Resmi ve dini törenler, toplumsal ritüeller her toplumun kendi belleğini oluşturur.

Buradaki temel unsur "tekrarlardır."

Toplumsal pratikler (ortak törenler) gelenekselleşir ve kolektif belleğimizi oluşturur. Ulusları ulus yapan da aslında budur.

Ortak dil, inanç, ülkü ve kültür birliği toplumsal törenlerle inşa edilir.

Törenler aynı zamanda bedensel bir bellek üretir.

Tarih aslında tümüyle - bireysel ya da kolektif; yazılı ve/veya sözlü- bir hafızadır. Bu yüzden tarihin hafızadan kopması mümkün değildir, aksi durum, kendisini inkâr/yok etmek anlamına gelir!

Başka bir deyişle; resmi ve dini törenler özünde "arşivlenen kolektif belleğin" oluşturulması ve sonrasında da pekiştirilmesidir.

Gerçekleri toplumdan "kaçırıp" kıyıya köşeye sıkıştırarak bir ülkenin giderek yok olmasına neden olursunuz.

Yazarın Diğer Yazıları