Türk Büyükelçiliği komünist Nazım Hikmet'i andı

Geçen hafta içinde komünist Nazım Hikmet, ölümünün 47’inci yılı dolayısıyla düşünce yanlılarınca, Moskova’daki mezarı başında anıldı.
Anma töreni Türkiye’mizin Moskova Büyükelçiliği ile Rus-Türk İşadamları Birliği (RTİB)’nin müştereken tertiplediğini gazete havadislerinden, üzülerek öğrendim. Elçiliğimizin ve işadamlarımızın Rus ajanı ve Polonya vatandaşı Nazım Hikmetoviç Werzonski’nin mezarında ne işleri vardı? Herhalde Onun geçmiş yıllarındaki Cumhuriyet karşıtı davranışlarından ve gençliğinde Moskova’da “Dünya Ülkeleri Emekçi Komünist Üniversitesi”nde gördüğü eğitimden haberleri yoktu. Mesela ben, spor yöneticiliğim ve emeklilik döneminde iki defa Moskova’ya gittiğim halde, Rus ajanı komünist Nazım Hikmet Ran’ın mezarına bile uğramadım.
Nazım Hikmet Ran, 1924 yılında Rusya’ya kaçıp yurda döndükten sonra değişik suçlardan “Marmara Üssü Bahrisi Askeri Mahkemesi”’nce, ağır hapse mahkum ediliyor. Ayrıca, “donanma içinde ihtilal grubu hazırlamak”tan suçlu Süleyman Nuri Davası ile ilişkisi de meydana çıkıyor.
Neticede, 1950’li yıllardaki “Genel af”tan yararlanarak Bursa Cezaevi’nden çıktıktan sonra, İstanbul Boğazından geçen bir Roma gemisi ile “vatan” kabul ettiği SSCB’ye tekrar sığınıyor ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin emrine giriyor.
Sovyet Yazarlar Birliği’nin ilk gün tertiplediği toplantıda, “Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum, 19 yaşımdan beri yalnızca kalbim ve kafamla değil, geçmişimle de Sovyetler Birliği’e bağlıyım. Gözlerimin ışığını Stalin’e borçluyum, beni O yarattı. Karl Marks’ı, Lenin’i, Engels’i sevdiğim gibi Onu da seviyorum” diyen biridir. Komünist Partisi’nin ganimetlerinden istifade etmiş, bir apartman dairesinde ve bir villada yaşamını sürerek araba sahibi olmuş ve maaşını muntazam almıştır.
Sayın okurlarım, ben Nazım Hikmet’in Moskova’daki yaşantısını, 1941 yılında Rusya’ya kaçan sporcu arkadaşım ciritci Yusuf Yıldırım’ın otuz yıl sonra 1971 yılında Ankara’ya dönüşünde dinlemiştim.
Yusuf Yıldırım, Rusya’ya kaçısından sonra altı yılını “sorgulamalarla”, dört yılını “Sibirya Sürgünü”, ile üç yılını “hapishanelerde” iki yılını da “çalışma kamplarında”, geçirerek, otuz yılının yarısını böylece tamamlamış. Moskova’daki Türkiye Komünist Partisi ve Polit Büro üyeleri ile Genel Sekreteri İsmail Bilen ve Zeki Baştımar’la, Romanya’nın Laypsik şehrinde Türkiyemiz aleyhine senelerdir neşriyat yapan “Bizim Radyo”nun yönetmeni Zekeriya Sertel ve eşi Sabiha Sertel’le, bu arada Nazım Hikmet’le de beraberliği oluyor ve iki yıl Onun evinde misafir kalıyor. “Moskova Radyosu”nda, “Bizim Radyo”da ve üniversitede dil öğretmenliği görevinde bulunuyor ve yurda dönüyor. Bir yıl sonra güvendiğim gazetecilerden arkadaşım rahmetli Nezihi Demirkent’in yardımı ile Yusuf Yıldırım’ın hazırladığı “İnanmıştım” isimli 375 sayfalık eserine ulaştık.
Komünist Nazım Hikmet’in ölümünden önce söylediklerini, Yusuf Yıldırım’ın eserinden, sizlere sunmayı uygun buldum;
“-Ben de Milletimi aldattım, kandırdım. Bunu da ancak şimdi anlayabildim. Ondan dolayı vicdan azabı çekiyorum.” “-Ben de yalancı, iftiracı şiirler yazdım. Benim bugün vicdan azabı içinde kıvranmama da işte bunu kahrolası şairlik sebep oldu.”
“-Ben bir veya birkaç kişiyi öldüren adi bir katil değil, belki milyonlarca insanı öldüren uygar bir katilim.” “Buraya gelip, her şeyi görüp anladıktan sonra, önceki kanaatimi tamamen değiştirdim. Ama aklınıza komünist olmaktan vazgeçtiğim sakın gelmesin.” “- Ben komünizmi uyguladıklarına inanarak Ruslara hizmet ettim. Fakat Ruslar’ın komünizm’i değil, yeni tip kölelik düzeni kurmaya çalıştıklarını görüp anlayınca işte o zaman vicdan azabı duymaya başladım. Çünkü ben insanlığın mutlu davasına değil, Rusların çıkarlarına hizmet etmişim. Kendimle birlikte, Milletimi de aldatmışım.”
Tanrı Türk’ü Korusun. 

Yazarın Diğer Yazıları