​​​​​​​Türk devletinin sinyalizasyon sistemi!

Ankara'da dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan hızlı tren kazasıyla ilgili davanın duruşmasında konuşan tutuklu sanık, makastar Osman Yıldırım, "Kazaya sebep ihmaller zincirinin en son halkası olmaktan dolayı üzgünüm. Havanın soğuk olması, tek çalışmam ve bu konuda eğitim almadan görevlendirilmem hata yapmama sebep oldu. Çalıştığım hatta hangi trafik yönetim sistemi kullanıldığını da bilmiyorum. Hatta sinyalizasyon olsaydı bu kaza olmazdı" diye ifade verdi.

Böylece, Ankara'daki kazanın asıl sorumluları ortaya çıktı: Makastarlık ile ilgili hiçbir eğitimi olmayan bir kişiyi böyle kritik bir noktada görevlendirenler...

***

Makastarın hiçbir eğitimi yoktu da vahim bir kaza yaşandı. Peki, Türkiye'yi yöneten siyasi kadroların devlet yönetmek ile ilgili herhangi bir eğitimi var mıdır?

Mesela, hukuk devletini ortadan kaldıran, basın özgürlüğünü yok eden, bütün ihaleleri kontrol ederek komisyon alan, devletin bütün arazilerini bizzat yöneten ve istediği kişilere tahsis eden, bu arada Türkiye'nin başına beş milyon Suriyeliyi saran, devleti de kendi rayından, kendi yani Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden çıkaran, Anayasa'nın başlangıç ilkeleri ve ilk üç maddesini yeni Türk devletinin sinyalizasyon sistemini fiilen çiğneyen kadroya görevi kim verdi?

Belli bir alanda üniversite öğrenimi almış olmak devleti yönetmek için yeterli bir ehliyet ve liyakat sağlamaz. Veya herhangi bir siyasi partide, en küçük kademeden genel başkanlığa kadar yükselen bir kişinin devlet yönetimiyle ilgili herhangi bir bilgi ve birikimi olması beklenemez.

Bu konu bizi demokrasi ve devlet konusundaki tarihi tartışmalara: Eflatun'un Devlet'ine kadar götürür…

Yaklaşık 2500 yıl önce, Eflatun'un Devlet'inde Sokrates'in kaptan gemi ve donatanla ilgili anlatımları var.

-Bütün gemicilerden daha güçlü bir gemi sahibi var, ama kulağı iyi işitmiyor, gözü iyi görmüyor, denizcilikten de pek o kadar anlamıyor. Gemicilere gelince, onlar da gemiyi sen daha iyi kullanırsın, ben daha iyi kullanırım diye birbirlerine girmiş, ama hiçbiri kaptanlığın ne olduğunu bilmez, bu sanatı ne zaman, kimden öğrendiğini söyleyemez. Kimler, donatanı sıkıştırır ya da kandırır, kendilerine kumandayı verdirirse, onları övgülere boğarlar, eşsiz kaptan, usta gemici sayarlar. Kimlerin yardımı dokunmazsa, onları da bir işe yaramaz diye kötülerler. Bu arada akıllarından bile geçmez ki, gerçek kaptan, havayı, mevsimleri, göğü, yıldızları, rüzgarları, daha birçok şeyi bilen, gemiyi bunlarla yürüten adamdır. Gemicilerin, kimini razı ederek, kimini ezerek başa geçen bu adamlar, gemiyi yürütme ve baş olma sanatının, eğitimle, görgüyle edinilebileceğine bir türlü inanmazlar.

***

Dündar Taşer, bu konuyu, "Yolcular çoğu tarafından isteniyor olmak, insana kaptan olmak niteliği kazandırmaz" diye bir cümlede özetlemişti.

Peki çözüm nedir? Sokrates, onu da söylemişti:

-Gerçek kaptanın tayfalara yalvarıp kumandayı istemesi nasıl beklenemezse, düşünen adamlara da git zenginlerin kapısını çal denemez. 'Akıllı, zenginin kapısını çalar', diyen yalan söylemiş. Doğrusu şudur: Zengin olsun, fakir olsun, insan hasta oldu mu hekimin kapısını çalar. Bugün devletlerin başında olanları, demin anlattığımız tayfalara, bu tayfaların işe yaramaz, dalgacı saydıkları insanları da gerçek kaptanlara benzetmekle aldanmazsın...

***

Tayyip Erdoğan ise bu defa İsmailağa cemaatinin kapısını çaldı! Fatih Ergin'in haberine göre ziyaretin asıl sebebi, Ali Babacan'ın Abdullah Gül desteğinde kurmaya hazırlandığı yeni partiye destek verilmesini önlemek...

Türkiye, gerçek kaptanını bulana kadar, pusulasız bir gemi gibi bir o cemaate bir bu cemaate; akıntıların götürdüğü yere gidecektir.

 

Yazarın Diğer Yazıları