Türk dilinin mimar ve muhafızı oldu

Türk dilinin mimar ve muhafızı oldu

Musa Taşmuhammedov Aybek, Özbek edebiyatının en önemli romancılarından birisidir. 1905 yılında doğan Aybek 1922 yılından itibaren edebiyat dünyasında adını duyurmaya başlar. Nevai adlı romanı 1944 yılında yayınlar ve tarihi romancılıkta bir çığır açar. Nevai ile 1946 yılında Stalin ödülünü alır. 1967 yılında hayata gözlerini yumar. Aybek'in romanına adını veren Ali Şir Nevai ise Türk diline adını veren şair olarak anılır. Gerçekten de Çağatay Türkçesi aynı zamanda Nevai Türkçesi olarak da adlandırılmaktadır. Orta Asya'dan Anadolu ya kadar olan Türk coğrafyasında Farsça'nın edebiyat dili olarak kullanılmasına ilk karşı çıkan isimdir. Türk dilinin Fars dilinden üstünlüğünü ispat etmek için bir lügat hazırlar, Türkçe divan yazar ve herkese de Türkçe yazmasını öğütler:  

"Türk'ün bilgisiz zavallı gençleri kolay sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Bir insan etraflı ve iyi düşünse Türkçe'de bu kadar genişlik, incelik, derinlik dururken bu dilde şiir söylemenin daha mükemmel daha beğenilir olacağını anlar"

500 yıl önce bu öğüdü veren Nevai, büyük bir şair, dilbilimci ve aynı zamanda da devlet adamıdır, Hüseyin Baykara döneminde ve onun hizmetinde bulunan Nevai'nin romanında Türkçe'nin güzelliğinin dışında aynı zamanda Türk'ün adaletini de bulacaksınız. Baykara'nın vezirliğini de yapan Nevai, halkın sevgilisi olmuş bir devlet adamıdır ve elbette her sarayda bulunan dalkavuklarla, çıkarcılarla karşı karşıya gelecektir.

Musa Taşmuhammedov Aybek''in, "Nevai / Türkçe'nin kurucusu" adlı bu ünlü romanında tüm savaşçı beylerin korktuğu bir anda Nevai'yi bir kaleye en önde hücum ederken görecek, kılıcını kavrayarak tek başına düşmanın üzerine atılan bu yiğidin, bir taraftan da Türkçe'nin en güzel eserlerini vermek için sabahlara kadar kalem tutuğuna şahit olacaksınız.

Leyla ile Mecnun ve Ferhad ile Şirini Türkçe yazan ve yeniden yorumlayan Nevai'yi bu taraflarıyla da tanıyacak, ona hayran olacak ve onunla gururlanacaksınız.

İleri Yayınları Tel:(0212) 292 65 26

***

Milliyet sığ bir siyaset aracı olamaz

Mehmet İzzet'in "Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat" adlı eseri, Gökalp'ın "Türkçülüğün Esasları" adlı eserinden bir yıl önce kaleme alınmıştır. Ancak, bununla birlikte Mehmet İzzet, çoğunlukla Ziya Gökalp ekolünün bir devam ettiricisi olarak kabul edilmiştir. Oysa iki düşünürümüzün ilmî ve felsefî tavırları birbirinden farklıdır. Hilmi Ziya Ülken, ilim ve fikir adamlarını iki temel gruba ayırıp biri için Gökalp'ı, diğeri için de İzzet'i örnek gösterir. Ona göre Gökalp, fikirleri süratle fiil ve hareket haline geçmeye müsait, onları inşa ile asla yetinmeyen, eserlerini bizzat telkin ve tatbik etmek isteyen, hatta aksiyon mecburiyetiyle fikirlerini teferruatlı olarak işlemekten bile vazgeçen, kanaatinin iman halinde yayılması için her ifade şekli ve aracına başvuran, telkininin kuvvetini temin için az çok dogmatik olmak zorunda kalan bir düşünürümüzdür. Mehmet İzzet ise, bilakis tam bir teorisyendir. Onun nazarında bütün kıymet aksiyonda değil fikirdedir. Ve bir ressam itinasıyla, vehmiyle onun üzerinde uzun müddet çalışmak lazımdır. Kamu yararını düşünmeye vakti yoktur.  Türk milliyetçiliği tarihinde son derece özgün bir konuma oturan "Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat"ın politikleşen Türk milliyetçileri nezdinde hak ettiği ilgiyi görmemesinin temel sebebi de budur. İşin aslına bakılırsa ciddi bir Gökalp eleştirisi olarak da okunabilecek eser, ilimden ödün vermeyişi, felsefî sorgulamaları ve vardığı netice itibariyle unutulmuş gibidir. Oysa felsefî idealizmden aldığı temelle milliyet fikrine yeni bir ufuk açan İzzet, milliyeti sığ bir politika aracı veya gündelik hayat görüşü olmaktan çıkararak ona geniş bir idealizm mânâsı kazandırmıştır. 1923'te eski harfli ilk yayımından sonra 1969'da ve 1981'de Ötüken Neşriyat tarafından iki defa yeni harflerle basılan "Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat"ın bu 4. basımında, Mehmet İzzet ve eseri hakkında eksiksiz bir derleme sunulmaya çalışılmış, böylece Mehmet İzzet'i daha iyi anlamanın yolu açılmıştır. Bu bağlamda, Mustafa Şekip'ten, Hilmi Ziya'ya, Sadreddin Celal'den Z.F. Fındıkoğlu'na, Nurettin Hazar'dan Levent Bayraktar'a pek çok kalem sahibinin Mehmet İzzet hakkındaki makaleleri kitaba "ek"lenmiş, ayrıca Yahya Kemal Taştan tarafından bir Mehmet İzzet Bibliyografyası da hazırlanmıştır.

Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50

***

HAFTANIN KİTABI:

Bir ABD küstahlığı

Johnson Mektubu, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Tıpkı İsmet İnönü'nün "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır" tarihi yanıtında olduğu gibi, günümüzde "yeni bir dünya" adım adım kuruluyor.

Türk-Amerikan ilişkilerinin sancılı seyrinde, bu nedenle Johnson Mektubu yeniden gündeme geliyor. Üstelik Kıbrıs meselesi ve İnönü'nün sürekli hedef alınması, bu mektubu tekrar önemli kılıyor.

Usta gazeteci Haluk Şahin, "Johnson Mektubu" adlı yeni kitabında mektup üzerinden Türk-Amerikan ilişkilerinin bir dönemine, Kıbrıs meselesine ve Türk-Yunan ilişkilerini mercek altına alıyor.

Üstelik doğrudan birinci kişiler üzerinden.

Mektubu kaleme alanlarla yapılan tarihi söyleşiler, sürecin aktörlerinin yazdıkları ve arşiv belgeleri günümüze de ışık tutuyor.

Kırmızı Kedi Yayınevi  Tel:(0212) 244 89 82

***

Türklüğün hedefleri...

Türk Birliği ve Türk Dünyasına yönelik çalışmalarıyla dikkat çeken Mahmut Yıldırım, "O Ateşi Yakanlar / Tanrı Dağı'ndan Mektuplar" adlı yeni kitabında çarpıcı tespit ve önerilerde bulunuyor:

"Milletimizin seçkin evlatlarının yapmak zorunda oldukları şey, evvela bir Türk Birliği'nden söz etmek olmalıdır. Bu birlik, denizlerle karaların birleşmesini esas alır.

Gelecek nesillere klasik anlamda bir milliyetçilikten öte, bütün Türkleri içine alan güçlü, büyük, kısıtlanmamış bir milliyetçilikten söz etmeliyiz. Hareket noktamız ve kuvvet kaynağımız bu olmalıdır.

Bu, kısmi bir jeopolitik düzlemi esas alan bir milliyetçilik değil, uygulanabilir hayat alanı olan, bütün dünya Türklüğünü kucaklayan, biricik Türk coğrafyasını mekân kabul eden, ama mutlaka küresel hedefleri olan büyük bir milliyetçilik olmalıdır."

Post Kitap Tel: 0212 512 70 20

***

KÜTÜPHANEMDEN:

Abdülhak Şinasi Hisar'ın eniştesi

Türk Edebiyatı'nın köşe taşı  yazarlarından Abdülhak Şinasi Hisar'ın eserleri geçmiş yıllarda Hilmi Kitabevi, Varlık Yayınları, Ötüken Neşriyat ve Bağlam Yayınları'ndan pek çok baskı yapmıştı. Her dönem okuyucu bulan Abdülhak Şinasi Hisar kitaplarını da son olarak 2005 yılında Yapı Kredi Yayınları yeniden yayınladı.

Bugün bahsetmek istediğim ve elimde 1978'de Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmış 4. baskısı bulunan, "Çamlıcadaki Eniştemiz" hakkında Orhan Hançerlioğlu şu değerlendirmede bulunuyor:

"Çamlıcadaki Eniştemiz'i Türk edebiyatının, Batı ölçüsünde, en büyük kitabı sayıyorum. Abdülhak Şinasi Hisar, Fahim Bey ve Biz'le giriştiği denemeyi Çamlıcadaki Eniştemiz'de başarıyla bitirmiştir. Bir üçüncüsünü yazmayışının sebebi de bu olsa gerektir. Öyle kitaplar vardır ki -Alain Fournier'in Le Grand Meaulnes'ü, Marcel Proust'un A la Recherche du Temps Perdu'sü gibi sanatçılarını acımaksızın, taşkalplilikle tüketirler. Çamlıcadaki Eniştemiz böylesine kitaplardandır. Abdülhak Şinasi Hisar, bu gerçekten usta işi yapıtında 'söylediklerini birer birer hatırlasam ve size tekrar etsem bile, bundan sanki ne çıkar? Asıl sözlerimiz söylenmemiş kalanlar, başkalarının duymadıkları ve eğer söyleyebilmiş olsak hem onları hem de kendimizi şaşırtacak olanlardır. Bunları hiçbir zaman söylemeyiz' dediği halde, Çamlıcadaki Eniştemiz'i işte bu söylenmemiş kalan, başkalarının duymadıkları için söylendikleri zaman hem onları hem de bizi şaşırtan, çarpan sözlerle kurmuştur."

                                                                                                                                   (Ahmet Yabuloğlu)