Türk Milliyetçilerinin Demokrasi Zaferi

Türk Milliyetçilerinin Demokrasi Zaferi
Kökü yakın geçmişe dayanan ve fakat 1 Kasım seçim sonuçlarıyla kendini iyice belli eden siyasal başarısızlıklar karşısında tabanda ortaya çıkan tepki kısa sürede yerini hukuki ve siyasi bir hak arama mücadelesine bırakmıştır.

KÜRŞAT GÜÇ / ANALİZ

1 Kasım seçimlerinden bu yana siyaset sahnesinde Türk milliyetçilerinin ortaya koymuş oldukları tavır gerek siyasi Türk milliyetçiliği gerekse de genel olarak Türk siyasi hayatı açısından uzun vadede önemli sonuçlar doğuracak bir süreçte ilerlemektedir. Türk milliyetçileri, Türk siyasetinden kendilerini temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin mevcut durumundan duydukları rahatsızlığı güçlü ve giderek artan tonda bir sesle dile getirmeye başlamışlardır.

Kökü yakın geçmişe dayanan ve fakat 1 Kasım seçim sonuçlarıyla kendini iyice belli eden siyasal başarısızlıklar karşısında tabanda ortaya çıkan tepki kısa sürede yerini hukuki ve siyasi bir hak arama mücadelesine bırakmıştır.

Delegelerden imza toplanması, mahkeme süreçleri, parti genel merkezi ile yaşanan gerilimler, engellenen kurultay girişimleri, üzerinden uzlaşılamayan muhtemel kurultay tarihleri gibi konular, yaşanan sürecin karmaşık hale gelmesine neden olmuştur. Yaşanan tüm bu gelişmelerin Türk milliyetçiliği hareketine zarar verdiği ve camiaya yakışmadığı yönünde de sıkça eleştiriler ortaya konulmuştur. Fakat bizim kanaatimizce son altı ayda yaşanan gelişmelerin genel seyri olumlu olmuş ve tam da Türk milliyetçilerine yakışacak şekilde ilerlemiştir.

Türk milliyetçilerinin siyasal alanda ortaya koydukları hak arama mücadelesi sadece parti içi bir iktidar mücadelesi şeklinde bir sonuç doğurmayacak bilakis Türk siyaseti açısından katma değeri yüksek bir sonuca ulaşacaktır. Şurası bir gerçektir ki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 1 Kasım seçimlerinin hemen akabinde koltuğu bırakmış ve partide bir kadro değişikliği gerçekleşmiş olsaydı şu anda elde edilen katma değeri yüksek sonuçlar ortaya çıkamayacaktı. Türk milliyetçilerinin bu dönemde elde ettikleri bu başarı, demokrasinin Türk siyasi hayatında kendine bir alan açmasıdır.

Türk milliyetçiliği ile demokrasinin Türk siyasetinde bir bütün olarak kendilerine alan açmaya başlaması konjenktürel bir olay değildir. Milliyetçilik ile demokrasinin tarihsel ve normatif anlamda nasıl bir diyalektiğe sahip olduğunu “Demokrasinin Ana Tamamlayıcı Unsuru Olarak Milliyetçilik” başlığıyla yine buradan sizinle paylaşmıştık. Dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin bugün vermekte olduğu hak arama ve demokrasi mücadelesi son altı ayda gelişen bir zihni aydınlanma değil, sahip olunan milliyetçi düşüncenin doğal bir yansımasıdır.       

TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN DEMOKRASİ ZAFERİ

Türk milliyetçileri son dönemde verdikleri mücadele geçen yazıda kısaca özetlenen demokrasi-milliyetçilik birlikteliğine yakışır bir duruşu ortaya koymuşlardır. Türkiye’de oturmamış olan demokrasi kültürüne en büyük katkı, olması gerektiği gibi, Türk milliyetçilerince yapılmaktadır. Türk milliyetçileri, tek bir üst otoritenin mutlaklığını reddetmişler ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi için demokratik bir başkaldırıyı gerçekleştirmişlerdir.

Ortak bir kimliğe –Ülkücülük- sahip her bireyin camianın yönetiminde söz sahibi olması gerektiği ısrarlı bir şekilde vurgulanarak camia içi demokrasinin eşitlikçi ve katılımcı yönünün ortaya çıkartılmasını sağlamışlardır. Bu durumu daha önce “paradigma değişmesi/kırılması” olarak ifade etmiştik. Gerçekten de Türk siyasetinde, siyaset yapış paradigmasında büyük bir değişimin öncülüğünü Türk milliyetçileri yapmaktadırlar. Bu değişim, otoritenin liderden/kişiden tabana/millete indiği önemli bir değişimdir. Kendi tabanına/milletine rağmen bir otoritenin ayakta kalamayacağını, kalmaması gerektiğini Türk milliyetçileri bütün millete göstermektedir.

TÜRK SİYASETİNDE BÖYLESİNE RASTLANMADI

Türk siyasetindeki anti-demokratik resim göz önüne getirildiğinde Türk milliyetçilerinin bu demokratik hak arama mücadelesinin değeri daha da anlaşılacaktır. Türkiye’de bugüne kadar bütün çabalara rağmen herkesi kucaklayan ve halka inen bir demokrasi kültürü oturmamış, aksine kişilere/liderlere dayalı bir yönetim hâkim olmuştur. Siyasi partilerde ve hareketlerde aşağıdan yukarıya bir değişim hareketine bugüne kadar Türk siyasetinde rastlanılmamıştır. Bu durum en küçük siyasi hareketten en büyük siyasi partilere kadar benzerlik taşımaktadır. Bu durumu birkaç örnekle açmak gerekebilir.

Girdiği hiçbir seçimde yüzde biri bile bulamayan Vatan (İşçi) Partisi kırk yıldır tek bir liderin karar alıcılığında yoluna devam etmektedir. Öte yandan 1 Kasım seçimlerinin ardından kendi içlerinde büyük tartışmalar yaşayan Cumhuriyet Halk Partisi cenahında da durum benzerdir. Seçim sonuçlarına yönelik bazı tepkiler dile getirilse de seçimlerden iki ay sonra gerçekleşen olağan kongrede bırakın parti liderinin değiştirilmesini, karşısına bir aday dahi çıkamamıştır. CHP tabanı, tepkisini kolektif bir enerjiye dönüştürerek en azından seçim sonuçlarını sorgulayacak bir iradeyi ortaya koyamamış, her şeye rağmen camianın kaderi üst otoritenin ellerine teslim edilmeye devam edilmiştir. Fakat MHP içerisinde Türk milliyetçilerinin demokratik mücadelesi sonuç vermeye başladıkça, CHP içerisinde de birtakım hareketlenmeler ortaya çıkmaya başladı. Türk milliyetçilerinin özgüvenli demokratik hak arama mücadelesinden cesaret alan Muharrem İnce, delegelerden imza toplayarak seçimli bir olağanüstü kongre toplama çalışması başlattı. Fakat şu aşamada henüz bu çıkışın CHP tabanı tarafından sahiplenilip kitlesel bir harekete dönüştüğünü söylemek de mümkün değil.

Türkiye’nin mevcuttaki en büyük partisi olan iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi’nde ise durum daha da vahim bir haldedir. Kişi kültü AKP’de o denli bir hal almıştır ki birkaç saat içerisinde partinin başkanı, ülkenin başbakanı tek bir kişinin iradesi ile yerinden edilmiştir. Genel başkan değişikliğinin yapıldığı olağanüstü kongrede divan başkanlığı yapan Bekir Bozdağ’ın ifadeleri, AKP içerisindeki tek adamlığın ve demokrasi eksikliğinin en büyük göstergesi olmuştur. Bozdağ, “Partimiz 'Tayyip’in partisi'dir ve 'Tayyip’in partisi' olarak kalmaya devam edecektir. Sayın Cumhurbaşkanımızı AK Parti’den ayrı düşünmek mümkün değildir. AK Partinin tek lideri vardır o da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.” sözleriyle ülkenin en büyük partisindeki tek adamlık kültünü açıkça ortaya koymuştur.

İşte bütün bu nedenlerledir ki Türk milliyetçilerinin bugün ortaya koydukları mücadele bir demokrasi zaferidir. Tabanın karar alma süreçlerine katılımı konusundaki ısrar, bu uğurda gerektiğinde bedeller ödenmesi ve her şeyden önemlisi bu mücadelenin zaferle neticeleneceğine olan iman, Türk milliyetçilerinin demokrasiyi içselleştirdiklerinin en önemli göstergesidir.

Geçen yazıda, milliyetçiliğin ortak bir milli kimlik içerisinde bireylere ontolojik güvenlik alanı tesis ettiğinden bahsetmiştik. Türk milliyetçileri de son dönemdeki duruşlarıyla kendi varlıklarının/ontolojilerinin farkına varmışlar ve demokratik bir özgüven kazanmışlardır. Türk milliyetçilerinin kazandığı bu ontolojik özgüven geri dönülmez bir hal almıştır. Artık bu noktadan sonra hiçbir şart altında Türk milliyetçileri kendi kaderlerini tek bir şahsa veya otoriteye bırakmayacaklardır. Bütün Türk milliyetçileri bundan sonra kendi iradelerini görmezden gelen ve tek bir iradeyi dayatmaya kalkan hiçbir oluşuma izin vermeyeceklerdir. Bu, Türk milliyetçiliği hareketinde demokrasinin bir zaferidir. Demokrasinin en önemli yanlarından biri, bir defa elde edildiğinde elden çıkarılmasının zor olmasıdır. Bu nedenle Türk milliyetçileri tadını aldıkları demokrasiyi milliyetçiliğin mütemmim cüzü olarak ilelebet ellerinde tutmak isteyeceklerdir.

TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN DEMOKRASİ GÖREVİ

Türk milliyetçilerine önümüzdeki dönemde düşen önemli bir görev de camia içinde önemli bir noktaya getirdikleri demokrasi mücadelesini bir yandan yine camia içerisinde sürdürmek diğer yandan da Türk siyasetinin tüm sathına yaymak olacaktır.

Türkiye’nin etnik, mezhepsel, kültürel ve hatta cinsiyet temelinde ayrıştırılmaya çalışıldığı günümüzde bu açmazdan çıkmanın yegane yolu, bütün toplumu ve vatandaşları ortak bir milli kültür ve kimlik altında toplamaktır. Bu da ancak Türk milliyetçilerinin yapabileceği bir iştir. Türk milliyetçileri siyaseten elde ettikleri özgüveni entelektüel, toplumsal, akademik vb alanlara da yayarak Türkiye’deki herkesi ortak bir milli kimlik altında toplayacak projelere imza atmalıdırlar. Devletin yönetimi ve milletin kaderinin tayini konusunda kadının erkekten, işçinin patrondan, Alevi’nin Sûnni’den, Kürt’ün Çerkez’den farklı bir statüye sahip olmadan herkesin ortak Türk milli kimliği altında toplanmasıyla ancak eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasinin önü açılabilir. Bu nedenle demokrasiyi camia ötesine taşıyarak tüm yurt sathına yaymak Türk milliyetçilerinin önümüzdeki dönemdeki en önemli görevleri arasındadır.