Türk siyasetinde milliyetçilik uzun süredir sessiz ama güçlü bir damar. Ancak bugün bu damarın farklı uçları, farklı dillerle konuşuyor. MHP’nin Cumhur İttifakı içindeki konumu, bir yandan “devletle özdeşleşmiş” bir milliyetçiliği kurumsallaştırırken; diğer yandan bu merkez dışına taşan yeni arayışları da besliyor.

İYİ Parti ve Zafer Partisi bu arayışların iki farklı yönü gibi görünüyor: biri kurumsal siyasetin içinde tutunmaya çalışan, diğeri sokağın refleksini açıkça dile getiren iki ayrı tonda milliyetçilik. Şimdi bu iki parti arasında olası bir ittifak konuşuluyor. Ama asıl mesele şu: Bu sadece aritmetik bir hesap mı olur, yoksa Türk milliyetçiliği bu yolla yeni bir siyasi merkez mi inşa eder?

Her iki parti de MHP kökenli kadrolardan doğdu. Bu ortak geçmiş, belli bir ideolojik akrabalık yaratıyor ama aynı zamanda ayrılığın nedenini de açıklıyor.
İYİ Parti, kuruluşundan beri “merkez sağ” ile milliyetçiliği uzlaştırmaya, daha dengeli ve demokratik bir zemin kurmaya çalıştı. Zafer Partisi ise “kimlik ve güvenlik” vurgusunu merkeze aldı; sığınmacı politikaları üzerinden kurduğu sert ve doğrudan dil, onu toplumun bir kesiminde “gerçek milliyetçi adres” haline getirdi.

Fakat bu iki ton bir araya gelebilir mi? Yoksa her biri, ötekinin tabanında rahatsızlık mı yaratır?
Bu sadece stratejik değil, aynı zamanda kimliksel bir sınav. Çünkü Türkiye’de milliyetçilik, tonunu değiştirdiğinde anlamını da değiştiriyor.

Araştırmalar, milliyetçi kimlik vurgusunun toplumda yeniden güçlendiğini gösteriyor. Fakat bu eğilim, doğrudan oy oranlarına yansımıyor.
MHP, devletin gölgesinde kalırken; CHP, milliyetçilikle arasına hâlâ mesafe koyuyor. Geriye kalan alan, parçalı biçimde İYİ Parti ve Zafer Partisi’ne açılıyor.

Yine de şu soru ortada: Bu iki partinin seçmenleri birbirine gerçekten yakın mı?
İYİ Parti’nin şehirli ve eğitimli tabanı, sert söylemlerden rahatsız olabiliyor. Zafer Partisi’ne yönelen genç seçmenler ise doğrudan, filtresiz bir dil arıyor.
Bu durumda, milliyetçi seçmen ılımlı kurumsallıkla radikal tepki arasında kalırsa hangisine yönelir?
Ve bu denge, yeni bir siyasi merkeze dönüşebilir mi?

İttifak mı, yeniden tanım mı?

İYİ Parti ile Zafer Partisi arasındaki olası ittifak, sadece iki partinin toplamı değildir. Aritmetik, siyasette her zaman ideolojinin yerini tutmaz.
Eğer bu iki yapı yalnızca oy oranlarını birleştirmeyi hedeflerse, ortaya çıkacak sonuç geçici bir seçim ittifakıdır.
Ama ortak bir siyasal dil kurulabilirse — bir “merkez milliyetçilik” fikri etrafında — o zaman bu, yeni bir siyasal eksen yaratabilir.

Soru şu: Türkiye’de yeniden milliyetçi bir merkez inşa etmek mümkün mü?
Bu merkez hem devletin kurucu damarına sahip çıkmalı, hem de otoriter eğilimleri reddetmeli.
Milliyetçiliği tepkisel değil, yön gösterici bir siyasal akla dönüştürmeli.

Fakat bu dönüşüm için söylem yetmez; örgüt kapasitesi, liderlik uyumu ve güven duygusu gerekir.
Bir ittifak ancak bu unsurları taşıyabildiği ölçüde kalıcı olabilir.

Siyasette fikir kadar zamanlama da önemlidir.
Bugün Türkiye, ekonomik kriz, göç baskısı ve bölgesel güvenlik sorunlarıyla sarsılıyor. Bu tablo, milliyetçi dilin yeniden merkezileşmesine uygun bir zemin yaratıyor.

Ama bu zeminin iki yönü var: Toplum bir yandan “devletin toparlanmasını” istiyor; öte yandan bunun baskıcı değil, adil bir biçimde olmasını arzuluyor.
İşte “merkez milliyetçilik” tam da burada anlam kazanıyor: Devleti korurken bireyi unutmamak, güvenliği savunurken özgürlüğü yok etmemek.

Bu dengeyi kim kurabilir?
İYİ Parti’nin kurumsal aklıyla Zafer Partisi’nin doğrudan refleksi bir sentez oluşturabilir mi, yoksa çatışma mı üretir?

İttifak genişlerse…

Son dönemde kulislerde, bu hattın iki partiden ibaret kalmayabileceği konuşuluyor.
Küçük milliyetçi oluşumlar, merkez sağın eski figürleri, hatta bağımsız bazı aktörler bu zemine dâhil olabilir.

Peki, bu genişleme yalnızca parlamento aritmetiğini mi değiştirir, yoksa bir cumhurbaşkanlığı vizyonu da doğurabilir mi?
Eğer bu blok, kendi içinde bir ortak aday fikrinde uzlaşabilirse, bu sadece seçim stratejisi değil, siyasal konumlanış açısından da yeni bir eksen olur.

Ama bu iddianın yükü ağırdır. Ortak aday, partilerin değil, seçmenlerin de ortak duygusuna dayanmalı.
Kimin temsil ettiğinden çok, neyi temsil ettiğini gösterebilen bir isim olmalı.
Devletin devamlılığını savunurken toplumsal değişim isteğini de taşıyabilmeli.
Yani mesele aday değil, yön meselesidir: Bu aday, milliyetçiliği yeniden merkezleştiren bir gelecek tahayyülünü kurabilir mi?

Belki de en temel soru bu:
Türk milliyetçiliği bugün nerede duruyor?
Devletin koruyucu kalkanı mı, toplumun itiraz sesi mi?
Yoksa her ikisini birleştirecek yeni bir akıl mı doğuyor?

Eğer milliyetçilik yeniden bir merkez ideoloji olacaksa, bu ancak dışlayıcı değil, kapsayıcı bir dil kurabildiği ölçüde mümkün.
Yalnızca kimliğe değil, adalete, üretime, emeğe ve eşitliğe de milliyetçi bir anlam kazandırmak gerekiyor.
İYİ Parti ile Zafer Partisi arasındaki olası birliktelik, böyle bir dönüşümü başlatabilir mi, yoksa sadece geçmişin tepkilerini mi tekrar eder?

İttifak değil, imkân

Bugün milliyetçi cephede konuşulan olası ittifak, yalnızca bir seçim hamlesi değil.
Bu, Türkiye’nin siyasal eksenini yeniden kurma ihtimalini içinde barındırıyor.
Eğer bu girişim “birlikte yönetme” fikrine, yani ortak bir akla dönüşebilirse, uzun süredir kayıp olan merkez yeniden doğabilir.

Ama bunun yolu basit bir birleşmeden geçmiyor.
Milliyetçiliği yeniden tanımlamak, onu korkuların değil özgüvenin dili hâline getirmek gerekiyor.
İYİ Parti ile Zafer Partisi arasındaki her temas, aslında şu sorunun cevabını arıyor:
Milliyetçilik, bir itiraz olmaktan çıkıp bir gelecek tasavvuruna dönüşebilir mi?

Belki de cevabı, çıkarılacak bir adayda değil; o adayın taşıdığı anlamda aramalıyız.