'Türkçe ezan' iddiasına cevap yazan tanıdık!

Türkçe ezan tartışması bitirilmelidir. İşte Atatürk Türkçe ezanı getirdi, Türkeş 27 Mayıs 1960 İhtilali'nde "Kudretli Albay"ken "Türkçe ezan"ı savundu... Bunları ısıtıp ısıtıp gözümüze dayasan, kulağımıza tıkıştırsan nereye varabilirsin!

Halk kararını vermiş, siyasîler de buna uymuş ve ezan aslî diliyle okunmaya devam etmiştir.

Ezan, dinle bütünleşmiştir. Bunu döndüremeyiz. Hiç kimse, partisinden ihraç edileceği anlaşılan CHP milletvekili gibi çıkıp "Türkçe ezan"dan bahsetmesin. Kendi payına ezanı, namazda sureleri, duaları Türkçe oku! Tutan mı var!

Yapmadığını "Yapın!" diyemezsin.

Bir dönem, "din" adına konuşanların, yazanların akıl almaz "din anlayışları" insanları düşündürmüştür. Aşırılık, kabul edilemeyecek kararlar, bu yüzden alınmıştır.

Su akıyor, mecrasını buluyor.

Dine karşı tavrı bilinen Nihal Atsız'ın çağdaş din eğitimi verilmediği için din adına ahkâm kesenlerin kimler olduğunu veciz şekilde açıklamasını dün verdim. Cumhuriyet'i kuranların eksik tarafını ortaya koyduğunu kabul etmeliyiz.

Türkeş'in "Türkçe ezan" meselesine geleceğim. Sonra yine devam edeceğiz.

Konuşan afakî konuşuyor, üfürdükçe üfürüyor. Yazdıkları, söyledikleri bir zemine oturmuyor.

Türkeş, darbeden sonra Başbakanlık Müsteşarı idi ama Başbakan gibiydi. Cumhuriyet gazetesi Temmuz 1960'ta Millî Birlik Komitesi üyeleriyle bir dizi röportaj yapıyor. İlki Cemal Gürsel'le, ikincisi Alparslan Türkeş'le... Her ikisiyle yapılan röportajı girer okursunuz. Şu şartlarda baktığınızda, Türkeş'in "Türkçe ezan" ve "Türkçe Kur'ân" meselesinde söyledikleri tartışılır. Sonra nasıl bir çizgide olduğunu bildikten, gerçekleri sık dile getirdikten sonra, geçmişten bir "hesap" çıkarmak abestir.

 1969'da, Türkeş'e karşı yazılan bir broşüre cevabın Kadir Mısıroğlu'nun kaleminden verildiğini daha önce yazmıştım. Bu broşürde "Türkçe ezan meselesi" de ayrıca ele alınmıştır. 

10 Kasım'da M. Kemal Atatürk anılırken, Diyanet İşleri Başkanı, kercine (inadına, aksine. Yozgat ağzı), İstiklâl Marşı'nın şairi Mehmet Akif'e, Atatürk'e ağız dolusu ... diyen, Şeyh Said'i öven, "Keşke Yunan galip gelseydi." diye hayıflanan insanı "normal" bir mütefekkirmiş gibi ziyaret ediyor ve "Geçmiş olsun!" dileklerini iletiyor, bir plaket mi, bir şey de veriyor. Prof. Dr. Ali Erbaş, bu tavrının M. Kemal Atatürk'e karşı olmadığını kimseyi inandıramaz. Cesareti kimden alıyor? Malûm zattan. O malûm zat Kadir Mısıroğlu'nu daha önce hastahanede ziyaret etmişti.

Zamanında Kadir Mısıroğlu'nun "Nem, Nem, Şuha!.. Macar İhtilali"ni (Hayır, Hayır Asla!... Macarların Sovyetler'e direncini anlatır.), Yunan Mezalimi'ni, Moskof Mezalimi'ni okuduk... Orta son mu, lisenin ilk sınıfı mı, hatırlamıyorum onun Sebil Yayınevi'nden istediğim kitaplar içinde gönderdiği kataloğun altına daktilo ile yazdığı, Dr. Rıza Nur'un "Hayat ve Hatıratım"ın da bulunduğuna dair notu hiç unutmadım. Ve üniversiteye başladığımda ilk işim bu kitabı temin etmek oldu. (Arkadaşlar, "Kitabı bize de okutmak istiyordun!" diye hâlâ söylerler. Rahmetli Mehmet Gül'le bu yüzünden az mı çekiştik!)

Asıl meseleye yarın geleceğim. K. Mısıroğlu'nun Türkeş'i nasıl savunduğunu göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları