Türkçemizi katlediyorlar!

Arapçadan, Farsçadan... hangi dilden gelirse gelsin, dilimizde yerini bulmuşsa, işlenmişse, yaygın kullanılıyorsa, bu kelime yabancı dilden geldi, atalım, demek mümkün değildir. "İmkân"ı, "mümkün"ü, "muhtemel"i, "ihtimal"i, "cevap"ı,. "hayat"ı... Yüzlerce, binlerce kelimeyi atamazsınız! Attık, atacağız, diye dil bayramı kutlayamazsınız!

İfade kısırlığı da ayrı dert... Dizilere arada bir göz atarım. Birinden diğerine geçin, aynı cümleleri duyarsınız. Beklenmedik bir anda kapıya gelen biri için: "Senin ne işin var!" diyor. "Niye geldin?" de, "Seni beklemiyordum" de, "Zamansız geldin" de... Farklı cümleler kur. Senaryolar o kadar kötü ki...

Köyde yaşayan insana, "öz Türkçe" niyetine "kez" kullandırılıyor. "Defa", "kere" derler. Senaristlerin, arada, "olasılık", "olanak" kelimelerini bile kullandırdıkları oluyor.

Senaryolar fabrikasyon... Zaten konular hemen hemen birbirinin aynı... Oyuncuların giyim tarzları, hayat tarzları farksız; halktan kopuk. Dökülüyor.

Anahtar kelime: "Neden", "Sebep", "naşi", "bundan dolayı", "yüzünden" kelimeleri kaldırılıyor "neden" kullanılıyor.

Geçen gün Millî Eğitim Bakanı konuşuyordu. Kurduğu üç beş cümle... Neredeyse "neden"le başlayıp "neden"le bitirdi. "Budan dolayı", "bunun için", "bu yüzden" de bari… "Sebep" kelimesi cümlelerin ruhuna işlemiştir, Millî Eğitim Bakanı olan bir zatın bunu kavraması lâzım.

Montaigne, aşağıdaki satırları 16. yüzyılın ikinci yarısında yazıyor. Bir daha okuyalım:

"Düşünce ve sanat adamları sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar. Bu işi, dile yenilikler getirmekten çok onu bükmek, imkânları çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni kelimeler getirmezler. Onları zenginleştirir, anlamlarını ve kullanımlarını sağlamlaştırır, derinleştirirler; onlara alışılmamış bir çeşni verirler; ama bunu da dört bir yanı düşünerek, ustalıkla yaparlar. Zamanımızın yazarlarına bakınca herkesin harcı olmadığı anlaşılıyor bu işin. Herkes gibi konuşmayı küçümseyerek cüretli işlere girişiyorlar. Ama hünersizlik ve zevksizlik yüzünden yaya kalıyorlar. Ortaya bir sürü zoraki tuhaflıklar, soğuk anlamsız yapmacıklar çıkarıyorlar, bunlar anlatılmak istenen şeyi yükseltecek yerde alçaltıyor. Yenilik oldu mu bayılıyorlar. İşe yarayıp yaramadığı umurlarında değil. Yeni bir kelime kullanmak isteğiyle eskisini atıyorlar, çok defa da attıkları kelime yenisinden daha kuvvetli, daha diri duruyor.(...) Dilimiz zengin olmasına zengin ama, daha fazla kıvraklık ve sağlamlık ister. Çok yerde coşkun bir düşünceyi kaldırmıyor. Sıkı bir yürüyüşe geçtiniz mi, dil gevşeyip kalıyor. O zaman Latinceye yahut Yunancaya başvurmak zorunda kalıyorsunuz. Halkın ağzındaki kelimelerin gücünü biz kolay kolay göremiyoruz. Çünkü orta malı olarak kullanıla kullanıla bu kelimeler ayağa düşmüş, güzellikleri bayağılaşmış. Nice değerli sözler, güzel benzetmeler vardır ki halkın ağzına düştükten sonra, zamanla renkleri bulanmış, güzellikleri solmuştur. Ama burunları koku alanlar bu deyimlerin tadına varırlar, onları ilk defa söylemiş olanların değeri de yere düşmekle kaybolmaz." (Montaigne, Denemeler, "Dil Üstüne" Çev. Sabahattin Eyüboğlu).

Yunus'umuz 13. yüzyılda, Montaigne'e ipucu veriyor:

Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı

Söz ola ağulu aşı balıla yag ide bir söz

 

Yazarın Diğer Yazıları