Türkçe'nin ateşli savunucusu Kaygusuz Abdal

Çoğu Yesi kentinden olmak üzere, Horasan Erenleri de denilen pek çok Türk-İslâm âlim, şair ve mutasavvıf, 12.yy. sonu ile 13.yy başlarında Anadolu''ya gelmiştir. Mânevi bir göç halinde Anadolu''ya gelen Horasan Erenleri Anadolu''da büyük şahsiyetler yetişmesine katkı koymuş ve Türkçe''nin saygınlığını artırmışlardır.                         

Kaygusuz Abdal''ın yaşadığı 14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl başlarında ise Selçuklu Anadolusu kültürel yönden oldukça iyidir. Çocuklara okuma yazma amacıyla her mescidin yanına bir okul, yurdun her köşesine de medreseler yaptırmışlardır. Bu dönemde Kaygusuz Abdal''ın yaşadığı Teke ili çevresindeki kültürel yapı da Türk ruhuna uygun olarak gelişmiş ve Tasavvuf bu yörede hızla yayılmaya başlamış, çok sayıda tekke ve dergâh açılmıştır. Selçuklular zamanında Antalya''yı idare eden Teke Beyi ilim adamlarını himaye etmiştir. Tasavvuf, saray ve konaklarda yürütülen şiir ve edebiyat toplantılarının sanat unsuru olurken, halk arasında da ahlaki öğütler biçiminde gelişim göstermiştir.  Bunun yanında bazı dergâh ve tekkelerde de âşıkların terennüm ettiği nefes, deyiş, nutuk, şathiye vb. biçimde yayılma alanını sürdürmüştür. 

O çağlarda Teke ilinde kurulan tekke ve zaviyelerden; Antalya''da Ahi Yusuf Zaviyesi, Elmalı''da Abdal Musa Tekkesi, Kalkanlı''da Ahi Devlethan Zaviyesi, Kaş''ta Şeyh Orhan Zaviyesi  bunlardan birkaçıdır. Alaiye Sancağı Beyi''nin oğlu olan ve ölüm tarihi pek çok araştırmacı tarafından 1444 olarak belirtilen Kaygusuz Abdal''ın asıl adı Alâeddin Gaybî''dir. 

Kaygusuz Abdal mahlasını "Gaybî, kaygudan rehâ buldun, şimdiden sonra Kaygusuz oldun" diyen şeyhi Abdal Musa''dan almıştır. Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal arasında Pîre ve mürşide saygı ve sevginin yüce bir örneği olarak şu menkıbe anlatılır: "Kaygusuz Abdal 40 yıl hizmet ettiği dergahtan ayrılıp gitmek istediğini şeyhi Abdal Musa''ya son beyiti: 

"Hâl diliyle icazet ister Kaygusuz Abdal / Şâhum assı kıl  kuşum uçdı giderem ben"

biçiminde olan bir şiirle dile getirip izin ister. Abdal Musa da kalemi kâğıdı alıp Kaygusuz''a bir "İcâzetnâme" yazar. "İyi sakla bu icazeti, yolun açık olsun." der.  

Kaygusuz Abdal, saklayacak yer bulamadığı için. Bir tas içine bir miktar yoğurt koyduktan sonra üzerine su katarak ayran yapar ve Erenlerin yazıp verdiği icazetnameyi ufak parçalar halinde ekmek lokması gibi ayranın içine doğrayarak yer. Zira, bu icazetnameyi en iyi bir şekilde yemek suretiyle kalbinde saklayabileceğini gönlünden geçirmiştir. Bu hâli gören dervişler durumu hemen Abdal Mûsâ Sultana haber verirler. Abdal Musa, Kaygusuz Abdal''ı huzuruna çağırarak sorar:

"-''Niçün böyle eyledin?''

Kaygusuz özr ü niyaz eyliyerek şöyle cevap verir:

-''Sultânum, sizün yâdigârunuzu saklamağa hiç bundan daha ma''kûl bir yir bulamadım. Kendü kalbümde saklayam dedüm.'' Bu cevap Sultanın çok hoşuna gider ve şöyle der:

-''Başka kimesneler dışarudan söyler, sen içünden söyleyesün.''

O saat Kaygusuz''un gözü gönlü açılır ve söylemeğe başlar. Bundan sonra Kaygusuz''un mânâ denizine dalıp söylediği her sözü bir kitap olur, arifler yazar ve onun mânâsını bilir, câhiller bilmeyip şaşakalırlar.''"

Menâkıbnâme''deki bilgiler, Abdal Musa ile  Kaygusuz Abdal arasında, Tapduk Emre ile Yunus Emre arasındakine benzer bir mürşid- mürid ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. 

Hem hece, hem aruz ölçüsüyle şiirler yazan sözcük dağarcığı oldukça geniş olan Kaygusuz Abdal, Yunus Emre''nin en coşkun takipçisidir.

Kaygusuz, Türkçenin berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu: 

"Biz yalnız Türkîceyi biliriz… bu dil dünya durdukça duracaktır ve bu dili herkes de öğrenecektir." biçiminde savunmuştur. 

Kaygusuz, Türkçenin, Hz. Adem''den beri varlığını sürdürmekte olduğunu Gülistan adlı eserinde Türkçe olarak "Ya Cibril! Git Âdem''e Türki dilince söyle, durmasın, cenneti en kısa zamanda terk etsin" buyurarak ortaya koymaktadır. 

Yine Dilgûşâ adlı eserinde:

Ey derviş, mî-danî mî-danî dir durursun

Sen hiç Türkîce bilmez misün?

deyişi Türkçe şuurunun dillerde ve gönüllerde yaşamasına çabalarının güzel örnekleridir. 

Anadolu''da Alevi-Bektaşî edebiyatının kurucusu kabul edilen Kaygusuz Abdal, Bektaşî edebiyatının en özgün şiirlerini söylemiştir. Alevî Bektaşî edebiyatının en güçlü âşıklarından biri olması nedeniyle şiirlerinde bu gelenekle ilgili terimlere, atasözleri ve deyimlere geniş yer vermiştir. 

Yorganun kadar uzatgıl ayagun

Söz işit sagır degülse kulagun [Ayağını yorganına göre uzat]

Su görmeden etegün çemrenürsin

Meger sen bülbüli leglek sanursın [Suyu görmeden paçanı sıvama]

gibi atasözlerinin yanı sıra:

Tuz ekmek hakkını sakla iy safâ

Ta ki hoşnud ola senden Mustafa [Tuz ekmek hakkı]

Şöyle meşguldur bular kim işine

Elleri değmez ki başun kaşına [Başını kaşımak]

biçiminde deyimlere de özenle yer vermiştir. 

Bilindiği gibi dini ve tasavvufi Türk edebiyatı türler açısından zengin bir malzemeye sahiptir. Konuları bakımından birbirlerine çok yakın olan tasavvufi halk edebiyatı ile Alevi-Bektaşi halk edebiyatı arasında birtakım küçük ayrılıklar bulunmaktadır. Birisi aynı bağlamdaki şiire ilahi derken diğeri deyiş, deme, nefes, duvaz vb. demektedir. 

Gülistan adlı eserinde;  "Cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak Ehl-i dil olanlar bilir" biçimindeki ifadelerle Vahdet-i Vücûd''u Kâinatın ve Hz. Adem''in yaratılışını, Kısas-ı Enbiya''yı anlattıktan sonra tasavvufun çeşitli konularını heyecanlı bir anlatımla dile getiren Kaygusuz, Ahmet Yesevî''de başlayıp Hacı Bektaş''ta düzenlenip uygulanan Yunus Emre''nin şiirleri arasında duru, temiz Anadolu Türkçesiyle dile getirilen Şeriat, Tarikat, Marifet,  Hakikat  aşamaları ile dört kapı kırk makam ilkelerini temel kabul etmiş ve tasavvufî düşüncesini bu sistemle yaşama geçirmeye çalışmıştır.

Kaygusuz Abdal''ın namaz kılıp kılmadığı hakkında yapılan dedikodulara kızarak yarı öfkeli, yarı alaycı bir dille: Farzı sünneti kıluram / Bir yıllık namazı bilürem  biçimindeki dizeleriyle cevap verdiği salatnâmesiyle de ünlü olan Kaygusuz, Vücutname adlı eserinde insan vücudunda 366 damar, 777 sinir ve 444 kemik olduğunu belirtmiş, dünyada bütün eşyanın fâni olduğunu, yalnız Tanrı''nın ezeli ve ebedi olduğunu anlatıp, "İnsanoğlu kâinatın defteridir. Yerde ve gökte her şey onda mevcuttur" diyerek kaşı şeriâta; yüzü, tarikata; başı, devlet tacına teşbih etmiştir.  

Bugünden sonra divanda, dergahta, bargahta, mecliste ve meydanda Türkçe''den başka dil kullanılmayacaktır diyen  Karamanoğlu Mehmet Bey; 15. yüzyılda Türkçe''nin ateşli savunucusu Kaygusuz Abdal, 19. Yüzyılda:

Ne Süryanî, ne Arabî, ne Farsî

Aşka düşüp Türkî lisana geldim 

diyen Esirî Baba; Türkçenin ateşli savunucularından olup:

Güzel dil Türkçe bize,

Başka dil gece bize.

diyen Ziya Gökalp; günümüzde Öz Türkçe anlayışının yerleşmesi için verdiği uğraşlar ve pek çok türü ilk defa kullanması bakımından Türk edebiyatının öncülerinden biri kabul edilen Nurullah Ataç ve:

Seslenir seni bana Ovam, Dağım,

Türkçem, benim ses bayrağım

diyen Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi dil bilinci içinde 2021 Türkçe Yılı biterken her yılın Türkçe Yılı gibi coşkulu geçmesini temenni eder,  değerli okurlarımın yeni yıllarını kutlar, esenlikler dilerim. 

Yazarın Diğer Yazıları