TÜRKÇENİN GAZİLERİ

Kâşgarlı Mahmut ve "Dîvânü Lügâti’t-Türk" ü (2)

Geçen haftaki yazımızda, kültür milliyetçiliğinin unutulmaz ismi Kâşgarlı Mahmut’un “Divanü Lügâti’t Türk” adlı eserinin bulunuş hikâyesini Kilisli Muallim Rıfat kaleminden anlatmaya başlamıştık:
Diyarbakırlı Ali Emirî Efendi, eseri Sahaflar Çarşısı’nda bir dükkânda görür. Fiyatını sorar. Kitapçının cevabıyla birlikte, yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz:
-Bir kitap var, ama sahibi otuz lira istiyor. Bu kitap bana geleli bir hafta oldu. Ben, bunu yüksek bir fiyatla alır diye Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’ye götürdüm. O da ilmiye encümenine havale etti. Encümen tetkik için bir hafta müsaade istedi, ben de kabul ettim. Bir hafta sonra uğradım. On lira teklif ettiler. Ben de: “Kitap benim değildir, başkasınındır. Otuz liradan bir para aşağıya vermiyor” dedim. Cevaben; “Biz otuz liraya bir kütüphane satın alırız. Al kitabını, istemiyoruz!” diye kitabı iade ettiler. Kitap sahibiyle tayin ettiğimiz müddet yarın bitecektir. Yarın kitabı vermeye mecburum. Bakınız eğer işinize gelirse siz alınız! dedi. Kitabı elime alınca bayıldım. Otuz lira değil, otuz bin lira değeri var. Dünyada eşi menendi görülmemiş, bir Türk kâmusu ve grameri. Fakat kitapçıyı şımartmamak, fiyatı artırmaya bırakmamak için nazlı davrandım: “Dağınık bir eser: Acaba tamam mı, değil mi? Hem de müellifi Kâşgarlı bir adam imiş, kimdir, necidir? Belli değil. Sarı çizmeli Mehmet Ağa... Maamafih ne de olsa bir eserdir. Maarif on lira teklif etmiş ise, ben de on beş lira veririm” dedim. Kitapçı:
- Hayır, arz ettiğim gibi kitap benim değildir. Benim olsaydı verirdim. Fakat sahibi mutlak otuz lira istiyor. Almayacak olursanız sahibine iade ederim, dedi.
Sordum:
- Sahibi kimdir?
Cevaben dedi ki:
- Yaşlıca bir hanımdır, eski Maliye Nâzırı Nazif Bey’in mensubatından... Paşa, bu kitabı ona verirken: “Bak, sana bir kitap veriyorum. İyi sakla! Sıkıldığın zaman kitapçılara götür. Altın para otuz lira eder, aşağıya verme!” demiş. İşte bu otuz lira kadının kulağında küpe olmuş... Yoksa kendisi acûze bir kadındır. Alacak isen, bir kadına iyilik etmiş olursun, dedi.
Bunun üzerine:
- Evet, şimdi işin şekli değişti: Bir kadına muavenet (yardım) bir vazifedir. Peki, kabul ettim, dedim ve kitabı aldım. Fakat o dakikada şöyle düşündüm: Yanımda ancak on beş lira var, eve gidecek olsam kitap dükkânda kalacak, mümkün ki, başka birisi gelir, kitapçı tamahkârlık ederek ona da gösterir, o da alır. Paranın üstünü yarına bırakayım desem, olmaz. Başladım içimden Allah’a yalvarmağa: “Allah’ım, bir dost gönder, bana yardım etsin. Beni kitaptan ayırma!”
İki dakika sonra baktım ki, dostlarımdan eski Darülfünun’un Edebiyat Muallimi Faik Reşat Bey oradan geçiyor. Hemen çağırdım. Gizlice: “Varsa aman bana yirmi lira ver” dedim. Çantasını açtı, on lira varmış, onu verdi.
-Üst tarafını da şimdi acele eve gider getiririm, dedi. Ben de kitapçının dükkânında kısmen huzuru kalple oturdum.
Birkaç dakika sonra Reşat Bey geldi, parayı getirdi. Otuz lirayı Burhan Bey’e verdim.
Burhan Bey - “Pekâlâ, ya benim bahşişim yok mu?” dedi.
Üç lira da ona verdim, vedalaştım. Dükkândan kalktım, Reşat Bey’le konuşa konuşa çarşıdan çıktık. Fakat arkamıza baktım: “Acaba Burhan Bey pişman olup da arkamızdan koşmasın” diye korku içindeydim. Neyse, baktım ki gelen yok: “Oh, elhamdülillâh!” dedim.
Kitabı aldım, eve geldim, yemeyi içmeyi unuttum. Birkaç saat mütalaa ile uğraştım. Arkadaşlar, size arz ediyorum: Bu, kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak kazanacak. Arap dilinde Sîbeveyh’in kitabı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez.
Bu kitap ile Hz. Yusuf arasında bir müşabehet var. Yusuf’u kardeşleri birkaç akçeye sattılar. Fakat sonra Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığında elmaslara, zümrütlere veremem.
Haftaya devam edeceğiz

Yazarın Diğer Yazıları