Türkiye çadır devleti mi?..

Cumhuriyetin kurucusu Atatürk, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü yalnızca "barış"a vurgu yapmak için söylemedi herhalde...

Dış politikada önemli bir uyarı, bağımsızlık için yaşamsal bir duruş ve diplomaside bir kararlılığı da temsil ediyor olmalıydı o güzel ve etkili söz...

Dünyanın savaş yorgunu olduğu bir dönemde küresel alanda yankı uyandıran bu önemli deyim, aynı zamanda Türkiye'nin diplomasideki benzeri görülmemiş etkisini öne çıkartıyor olmalıydı...

Genç cumhuriyetin emeklediği dönemde diplomaside böylesi dikkat çekici çıkışlarla etkili olabilmek de ancak Atatürk gibi bir siyasi dehanın duruşuyla gösterilebilirdi...

Türkiye Gazi'nin erken kaybıyla çok şey yitirdi... Örneğin, çok partili dönemle birlikte, Türkiye 1946'dan itibaren yalnızca rejim erozyonu yaşamadı, dış politikadaki etkisini de yavaş yavaş yitirmeye başladı ki, bugünlerde yaşanan diplomatik sorunların temelleri o yıllarda atıldı...

Siyasette ve ekonomide dışa bağımlılığın arttığı 1950'lerden itibaren Türkiye iyice emperyalizmin baskısı altına alındı, rejimin bu baskılara direndiği her dönemde dış etkenler terörizmi kışkırttı ve ülke her "darbe"nin ardından hızla geriye gitti...

Baksanıza, bugünlerde de "ekonomik terör" uygulanıyor ki, dolar anında 5 TL'yi aşıverdi, piyasalar allak bullak oldu, Türkiye'nin gidişatındaki belirsizlik iyice büyüdü...

Meseleye nereden bakarsanız bakın, siyasette büyümenin ve iktidara gelebilmenin "Sam Amca"nın kucağıyla eşdeğer sayılmaya başlamasından itibaren Türkiye'nin "bağımsızlık" konusu da ciddi sarsıntılar geçirdi...

İşte ABD'ye direnen Irak, Libya ve Suriye'nin son yıllarda neler yaşadıkları ortadayken; emperyalizme direnirken bağımsızlığı da koruyabilmek konusunda siyaset her zaman Atatürk'ün duruşunu arayıp durdu ama nafile!!!

***

Taviz ve gizem!..

Unutmayalım ki; 1960'tan sonra gelen siyasetçilerin çoğu ne Gazi'nin "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü ardından gidebildiler ne de Türkiye'yi dış politikada etkili halde tutabildiler...

Baksanıza, AKP cenahının her açıdan böbürlendiği bir dönemde de, Türkiye'nin bağımsızlığı gündemde...

İzmir'de FETÖ ve PKK yandaşlığı gibi çok vahim iddialarla cezaevine atılan Brunson adlı bir rahip için bile ABD Türkiye'ye cephe alabildi... Ne rahipmiş ama... Ne cepheymiş ama!!!

Ne zaman alındı bu "cephe" işte burası çok düşündürücü, işte bunun üzerinde ısrarla durulmalı...

Cemaat lideri Fethullah Gülen'in iadesi için neredeyse 3 yıldır baskıların sürdüğü ve FETÖ unsurlarının ABD'de ellerini kollarını sallayarak dolaştığı bir dönemde Ankara'ya kafa tutabildi ABD!..

Şaşırtıcı olan şu ki, tam bu dönemde Fethullah Gülen de "terörist" suçlamasıyla hedefte, Türkiye ile ABD'yi karşı karşıya getiren ABD'li rahip de!!!

Hele de FETÖ lideri ABD'de keyif çatarken, Brunson'un "hoca"nın örgütüne yardım ve yataklıkla suçlanması yok mu, bu durumu ne "rastlantı" sözcüğü anlatabilir ne de "gizem!!!"

Ne yani; konu "rahip", zanlı-suçlu olunca, konu "terör" örgütü propagandası -yardım-yataklık olunca ve asıl konu da "din adam"ının "iade"si olunca, "benim FETÖ'cüm iyidir" demek mi istedi Ankara?.."

Kim ne derse desin, bu saatten sonra konu Ankara ve ABD'nin "yaptırım" tehdidiyle karşı karşıya gelişi olarak değerlendirilmemeli artık...

Konu, ülkelerin kendi hukukları ve bağımsızlık duruşlarıdır ki, dış baskılar bu konuda zerre kadar yalpalamaya yol açmamalı, taviz verilmemeli, boyun eğilmemeli...

Sözün özeti de bellidir vesselam; Madem ABD'li rahip PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle ilişkilendirilecek kadar vahim bir konuyla suçlanıyor, o halde cezaevinden "ev hapsi"ne giden süreçte Türkiye'nin taviz vermesi hukuk ve bağımsızlık açısından büyük bir skandal değil miydi?..

Geçen haftaki ev hapsi tavizi verilmeseydi Türkiye bugün hedefte olur muydı?..

usler.jpg

***

Devletin onuru...

Dünyanın değişmez kuralı bellidir; Yaşamın her alanında olduğu gibi, siyasette ve dış politikada da yakanı bir kaptırırsan boğulmaktan kesinlikle kurtulamazsın!..

O halde Brunson olayındaki yaptırımlar İçişleri ve Adalet bakanını hedef noktasına sürüklemeye kadar gelmişse, bu yalnızca ABD'nin pervasızlığıyla değerlendirilemez...

Böylesi bir diplomatik kaos ortamında Ankara'nın vahim ev hapsi "taviz"i de çok tartışılır ki, "yakayı kaptırmak" deyimi de burada gafillerin suratına çarpıverir...

Peki; AKP iktidarının temsilcileri dünden itibaren Washington'un yaptırımlarına karşı sert sözler ettiler de süreç nereye gider acaba?..

Konu artık Türkiye'nin "onur" meselesidir, işte bu yüzden gideceği yere kadar da gider...

Kimi siyasetçilerin, 1980 öncesinde benzer yaptırımlar uygulanırken Süleyman Demirel'in Türkiye'deki ABD üslerine el koydurduğuna ilişkin gazete kupürlerini yayımlaması gidişatın oldukça sertleşeceğinin işaretleridir...

Toplum ve tüm muhalefet ABD'ye "yaptırım" konusunda gerekli "yanıt"ların verilmesi çağrısı yaparken, ABD senatosunun Rusya'dan alınacak S-400'ler konusunda Türkiye'yi sarsan bir karar alması da Ankara-Washington arasındaki gerginliğin artacağını gösteriyor...

Evet; "hoca"nın iadesi için Washington üzerinde yıllardır etkili olamayan AKP bu kez de bir "rahip" için kıskaçta ve yaptırım tehditleriyle baş başa!..

Ancak kimse unutmasın ki; bu iş iktidarın diplomasi kavgası, AKP'nin çatışması olmaktan çıktı ve ülkenin onur meselesi haline geldi...

Kimileri, "özelleştirme uğruna ülkenin en kritik kurumlarını bile yabancılara satmışken, AKP'nin umurunda mı bağımsızlık" diyebilir ama konu "vatan-millet meselesi" olunca siyasi tavır her koşulda geri planda kalır... Asıl konu "Türkiye"dir her zaman...

O halde hiç kuşku yok ki, her ülke kendi hukukuna sahip çıkarsa bağımsızlığını korur... Türkiye, ABD ya da başka bir ülkenin "yaptırım" gibi tehdit içeren emperyalist dayatmalarına misliyle karşılık vermezse "çadır devleti" olur!.. 

Yazarın Diğer Yazıları