Türkiye çözülemeyecektir

25 Ekim 2014 tarihinde ünlü sosyolog ve fikir adamımız Ziya Gökalp kabri başında törenle anılmıştı. Gökalp, Türk Milletine ve İslam Alemine mensubiyetin birbirine rakip olmadığını, bunların birbirinin alternatifi olamayacağını bize öğretendir.
Bu defa Aydınlar Ocağı olarak İstiklal Marşımızın milli şairi, haysiyetli, faziletli, milli endişe sahibi örnek insan Mehmet Akif’i 20 Aralık 2014 tarihinde yine kabri başında rahmetle andık. M. Akif, Lale Devri’nde değil; Osmanlı’nın çöküş ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşamıştır. Eserleri bu buhranlı dönemlerin izlerini taşır. Çanakkale Şehitleri şiirini ancak kendisini Türk olarak hisseden bir deha yazabilirdi.  “Türk’e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem”  diyen M. Akif, bize “Türk’e düşman olarak İslâm’a dost olunamayacağını” öğreten değerdir. Milli Mücadeleyi destekleyen, şehir şehir dolaşarak halkı uyarandır. İşgalci güçlerin emri altındaki İstanbul hükümetinin kışkırtmaları ile çıkarılan isyan ve başkaldırıların -Konya’da olduğu gibi- bastırılmasına yardımcı olmuştur.
Gerek Z. Gökalp’in, gerek M. Akif’in görüşlerinden; milli kültürü ile yabancılaşan, milli bağımsızlığı ve egemenliği önemsemeyen, egemenliği paylaştırmayı düşünen, kendi tarihi ile hesaplaşma peşine düşen, dış yönlendirmelere açık siyasetçiler, milli kimliği reddederek Türkiye’nin demokratikleşeceğini zanneden bazı sözde aydınlar, öncelikle ders çıkarabilmelidir.
2014 model Damat Feritler’in, Ali Kemal ve Sait Mollaların aramızda dolaştığı ve sözlerinin geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. Damat Ferit’in “Heyet-i Nasiha” sının yerini bugün çözüm olamayacak çözüm sürecinde halkı ikna etmede görevlendirilen “Akiller Heyeti” almıştır. Gülünç duruma düşen bu heyette olmayı doğrusu kimse istemez.
Fikir adamlarımız ve bizi biz yapan değerlerimiz arasında bazı farklar ve hatta tartışmalar olmuştur. Ancak 1920’leri değil; 2010’ları yaşıyoruz. Değerlerimize bütünüyle sahip çıkarak her birinin tuttuğu ışığı fark edebilmeliyiz. M. Akif,  Z. Gökalp, Y. Kemal, N. Adsız, Ö. Seyfettin, A. Hikmet Müftüoğlu neticede vatani ahlak’ta birleşmişlerdir. Önemli olan da budur. Bugün bu değerlerimiz hayata dönebilseler; Türkiye’de olup biten acı ve düşündürücü olayları, milli kurumların altını oymakla uğraşanları, ülkeyi güçsüzleştirmek için ellerinden geleni yapanları, bazı şehirlerde kamu düzenini sağlamayı beceremeyenleri, sınırlarımızı ve toprak bütünlüğümüzü tehlikeye atanları, devlete alternatif yapıları yaratanları bir görselerdi; acaba ne derlerdi? Bugün Türkiye’de terör örgütüne af ve maalesef özerklik tartışılıyor. Türksüz bir anayasa hazırlığı var. Biz Milli Mücadeleyi zaferle sonuçlandırmadık mı? Acaba Türkiye yeni bir meydan savaşı mı kaybetti?
Osmanlı Balkanlar’dan çözülmüştü. Türkiye ise; Orta Doğu’dan çözülmeye çalışılıyor. Ülkenin geleceğinden çok, kendi geleceklerini garanti altına almak isteyen birçok vekilimiz hiçbir tepki göstermiyor. Osmanlıcılık ve paralel yapı gündemde tutularak teröre verilen tavizler adeta gizleniyor. Şimdi de ana dille eğitim tartışılıyor. Ana dil öğretimi ile, ana dille eğitim çok farklıdır. Osmanlı’da da eğitim dili Türkçe idi. Türklüğü içine sindiremeyenler, Türkçeye dost olabilir mi? II. Abdülhamit bir ihtilaf karşısında hutbenin Türkçe olacağı emrini vermişti. Eğitim dili ve hutbe egemenlik hakları ile ilgilidir. Bunlar da devredilemez. 1876 Anayasası’nda vekil olabilmek için Türkçe bilme ve Türk kimliği esastı. Bugün milli kimliğin etnik çağrışım yaptığı ileri sürülüyor. Ülkeyi rayından çıkaranların, milli iradeye sığınıp her şeyi tahrip etme hakları yoktur.  “Milli iradeyi temsil ediyoruz; şu halde elimizde peşin bir beraat ilamı var”  saplantısı da demokratik değildir. Hukuk devletinde alınan reye göre aklanma olmaz. Hakaretten 16 yaşındaki liseliyi tutuklayanlar acaba aynı işlemi PKK’lılara da yapabiliyorlar mı?

Yazarın Diğer Yazıları