Son elli yıldır en sık duyduğumuz klişelerin başında; Türkiye bir köprü ülkedir, söylemi gelir. Bunda da; Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney, İslam ile Hristiyanlık arasında bir geçiş noktasında yer alması rol oynamaktadır. Sınırlarımızın bir yanı Kafkasya, bir yana Ortadoğu diğer yanı Balkanlar… Her biri ayrı coğrafyalar, ayrı dünyalar… Köprü, metaforu 1980’lerde başlayan küreselleşme coşkusunda anlamlıydı. Ancak 2025’in sonbaharına geldiğimizde Trump’ın America First (önce ABD) fırtınası, Çin’in Dual Circulation (iç pazarını koruma) duvarı ve AB’nin “stratejik özerklik” doktriniyle birlikte, köprü olmak artık üzerinden geçilmek anlamına geliyor. Peki, Türkiye hâlâ köprü mü, yoksa yeni dengelerde merkez olma şansı mı yakaladı; önümüzdeki günler, yanıtlayacak bu soruları.

Türkiye, 2024’te 250 milyar dolar civarında ihracat, 350 milyar dolara yakın ithalat yaptı. Toplam dış ticaret hacmi 600 milyar doların üstünde. Ancak bu rakamın önemli bir payı transit niteliğinde… Çin’den Avrupa’ya Kuşak-Yol demiryolu, Rusya’dan Akdeniz’e LNG…

Merkez olmak için ne değişmeli?

Türkiye, bugün birçok akışın; enerji, demiryolu, hava yolu taşıyıcısı konumunda. Merkez olmak için bu akışların verisini, finansmanını, sigortasını ve standardını kontrol etmesi gerekecek. 2026’da açılacak Zangezur, Irak gelişim yolu ve Türkiye-Rusya-İran-Pakistan-Pakistan ötesi koridorlar; hali hazırda sahip olunan kesişme noktalarına yenilerini eklerken; Türkiye’yi dünyanın düğüm noktası yapıyor, desek gerçek dışı olmaz. Yeni konumda iş hayatı tüm aktörleri ile yeniden şekillenmek zorunda kalacak. Bir yanda merkez ülke konumu; kurumsallaşmaya hız vermeyi, yapısal ve teknolojik uyumlanmayı ve işgücünün yeniden organizasyonunu gerekli kılacak.

Türkiye, köprü olmanın konforunun yanına merkez olmanın kaçınılmazlığını eklemek zorunda. Köprü, üzerinden geçilir; merkez ise yön verir.

Bugün dünyada ticaret kadar veri de akıyor. Mallar, hizmetler, hatta fikirler; artık sadece kara ve deniz yollarından geçmiyor. Dijital ağlardan geçiyor. 20’inci yüzyılın köprüleri çelikten yapıldı. 21’inci yüzyılın köprüleri ise fiber optikten. Türkiye’nin bir fırsatı da bu yeni ağların dijital kavşağı olabilmesinde yatıyor. Enerji boru hattı ya da otoyol köprüsü olmak, artık sadece altyapı yatırımının karşılığı. Elbette değerli ama yeterli değil. Oysa merkez olmak, bilginin, finansın ve güvenin merkezi haline gelmek demek. Yani, küresel tedarik zincirinin bir halkası olmak değil mesele. Mesele, karar zincirinin bir halkası olmak. Bu da kamu sektörü kadar özel sektörün de yeniden yapılanmasını gündemin ilk sırasına taşıyor.

Şirketler, bu dönüşümü fırsata çevirebilecek mi?

İş dünyası için öne çıkan projeksiyonlarda ilk sırayı veri egemenliği konusu alıyor. Ülke içindeki üretim, taşımacılık, finans ve enerji verilerinin dış platformlar yerine yerli sistemlerde toplanması olarak da ifade edebilirim. Veri kimdeyse, güç ondadır. Bu alanda milli yapay zekâ, bulut ve siber güvenlik yatırımları; köprüden merkeze geçişin altyapısı olacaktır. Türkiye’yi dijital kararların merkezine taşıyacaktır. Yapılacak yatırımlar da yüz ağartacaktır.

İkinci olarak İstanbul’un finansal bir merkeze dönüşmesi konusu geliyor. Londra’nın sigorta, Zürih’in bankacılık, Singapur’un lojistik merkezi olduğu günümüzde; İstanbul için bu dönüşüm, tarihsel bir miras hakkı olarak görülmelidir. Finans merkezi, sadece bir bina ya da tabela sorunu değildir. Dijital parası, akıllı sözleşmesi ve enerji takas sistemleri ile bölgenin ve dünyanın kalbi olma adımıdır.

Son olarak; kurumsal dönüşümün mutfağında insan olacağı gerçeği. Elbette dijital tabanlı yaklaşımlar çok değerli ama unutulmaması gereken anlam ve bağ kurma tekelinin sadece insan türüne ait olduğudur. Dolayısıyla merkez olma yolunda ilerlerken, insan kaynağının dönüşümü ötelenemez. Şirket içi eğitimlerde; işgücünün sadece teknik olarak hedeflenmesi yeterli değildir. Aynı zamanda bu yolda; stratejik düşünme, veri okuryazarlığı ve inovasyon kültürü, nitelikli insan kaynakları için olmazsa olmazdır…

Köprü ülkeler başkalarının rotasını kolaylaştırır, merkez ülkeler ise kendi rotalarını çizer. 2020’lerin ikinci yarısında Türkiye’nin önünde tam da bu ikilem duruyor. Başkalarının haritasında geçiş ülkesi olarak mı kalacak, ya da kendi küresel haritasını mı çizecek. Köprüden merkeze geçiş; coğrafyanın değil, vizyonun belirleyeceği bir geleceğe taşınmak olacaktır. Türkiye’nin kararı, sınırlarının çok ötesine geçecek ve yeni bir gerçeklik doğuracak tesirde olabilir.

Sorularınız için e-posta adresi: hkaganoyken@gmail.com