Üç kurban...

Menderes Konya’da halka güveniyordu ama hem orada hem de bütün yurtta, ne o gün ne de sonra halktan çıt çıkmadı.

Bir gün önce çocuklarını kurban etmek isteyenler hemen buharlaşmıştı! Çok geçmeden bizi de tutukladılar hava üssü binasına götürdüler.

Sözde  “adaletin”  üç kurbanı vardı: Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu. Düzmece idam hükmünü ve darağacında asılmayı hiç hak etmediler. Bunca yıl sonra, Milli Birlikçiler ve  “güya Yüksek” ve  “Adaleti”  olmayan Mahkemenin başkanı Salim Başol’u ve unutulmaz Başsavcısı Ömer Altay Egesel’i şimdi kim hatırlıyor ve hatırlasa bile, kim hayırla yâd ediyor! Ne var ki, millet bu üç kişi için anıtkabir yaptırdı. Menderes’in adını İzmir Havaalanı’na, yaş haddinden idam hükmü infaz edilmeyen Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın adı Manisa Üniversitesi’ne verildi! Söylemeliyim ki, 27 Mayıs’a giden olaylarda ve hemen sonra basın pek iyi bir imtihan vermedi!
27 Mayıs hareketi, Türkiye’yi çok daha vahim neticelere sürükledi. 27 Mayıs Darbesi cadı kazanından, sonraki yılların bugüne kadar gelen cadıları çıktı.

* O gece, son gece
Evet bütün bunları yazdıktan sonra gelelim tanığı olduğum o son geceye: 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan geceye...
Başbakan ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan, 25 Mayıs’ta Eskişehir’e gitmişlerdi... Bazı ılımlı bakanların telkini üzerine Menderes orada seçimleri ilan edecekti.... Gerçekten de durumu ancak yeni seçimlerin kurtarabileceğini anlamıştı, fakat darbeciler ve tahrikçileri “önleyici vuruş” yaptılar!
Ben de yabancı gazetecileri karşılamak için Ankara’da kalmıştım. Bir gün sonra, Reuters muhabiriyle Eskişehir’e gidecektik. Seçimlerin yenileneceğini dünyaya o duyuracaktı! Oysa dünyaya “darbeyi” duyurdu. Daha önce davetlimiz olarak Ankara’ya gelen Le Monde gazetesi temsilcisi Eric Roulo’nın darbe haberinin başlığı “Darbeye davet edildik” olacaktı! Eskişehir’e vardığımda, Başbakanın Özel Kalem Müdürü Ercüment Yavuzalp durumun gergin olduğunu, genç havacıların Başbakana elleri kollarıyla galiz hareketler yaptıklarını, hoparlör kablolarının kesildiğini, Başbakanın seçimi ilan ettiği konuşmanın duyulamadığını söyledi... Ercüment’e, “başbakan bunların farkında mı?” diye sordum. Kızmış, fakat ses çıkarmamış! Bütün gün Başbakan ve Hasan Polatkan’ın kaldıkları Şeker Fabrikası Lojmanları üzerinde jet uçakları pike yaptılar!
O gece Şeker Fabrikası’nda Başbakan şerefine bir ziyafet verilecek ve Menderes konuşacaktı. Ercüment ve ben Başbakanın bu olaylar üzerine  sinirlendiği için sert konuşacağından endişe ediyorduk. Garnizon Komutanı General Bedii Kireçtepe’nin de katıldığı yemekte, ortaya bir Albay çıktı; “Senin için oğlumu da feda ederim” demez mi! Rahmetli Başbakan, bir taraftan günün kızgınlığı öte taraftan Albayın verdiği güvenle coştu, o meşhur “Kara Cüppeliler” konuşmasını yaptı. Hemen yanına gittim; “Beyefendi, basın mensupları bu haberi gazetelerine vermeye koştular” diye uyardım... O da Anadolu Ajansı Genel Müdürü Füruzan Tekil’i çağırdı ve konuşmaya “yayın yasağı” koydurdu! Ama ok zaten yayından çıkmıştı ve sonradan öğrendiğime göre Ankara’da tanklar çoktan harekete geçmişler ve Başbakanlığı sarmışlardı... Başbakan telefona çağrıldı, gitti, dönerken bizim oturduğumuz yerin arkasına geçti, ellerimi sıkıca tuttu, yüzüme anlamlı anlamlı baktı. Başbakanlık’taki nöbetçi memur Menderes’e binanın sarıldığını haber vermişti! Ben Porsuk Oteli’nde kalıyordum. Yemek dağılınca, Ercüment’in odasına çıktık. “Yarın Albaylar bir şeyler yapacak” dedim. Ercüment de aynı fikirdeydi. “Sen bu gece burada kal” dedi ama ben otelime döndüm, kalmadım. Ertesi sabah çok erken telefonla; “Başbakan sizi Vilayette bekliyor” diye uyandırdılar. Tıraş oldum, çantamı topladım ve gittim... Elimde küçük bir cep radyosu vardı... Orada toplanmış olanlarla birlikte Alparslan Türkeş’in okuduğu İhtilal Beyannamesini bu radyodan dinledik! Daha sonra havacı askerler Vilayetin etrafını sardılar. Bir Havacı Yüzbaşı sten tabancasını Valinin başına dayadı; “Başbakan nerede?” diye sordu. Başbakan, yanına emekli general milletvekilleri Tahsin Yazıcı ve Zihni Paşaları alarak Konya’ya doğru yola çıkmıştı. Ama yolda arabasını, jet uçakları Kütahya’ya gitmeye zorlamış ve orada havacılar tarafından tutuklanmış sonra da Ankara’ya gönderilmiş.
Menderes Konya’da halka güveniyordu ama hem orada hem de bütün yurtta, ne o gün ne de sonra halktan çıt çıkmadı. Bir gün önce çocuklarını kurban etmek isteyenler buharlaşmıştı! 
Bizi de tutukladılar ve hava üssü binasına götürdüler. Orada karşıma uçuş tulumuyla dostum Binbaşı Agasi Şen çıktı. Adeta mahcubiyetle  “Kusura bakma Altemur, ihtilal yaptık” dedi.
Bundan sonra olanları, yolda ve Harp Okulu’nda yediğimiz dipçikleri, tıkıldığımız yerleri ve yaşadıklarımı “Yassıada Cehennemi” öykülerini, anılarımda (Kılıç’tan Kılıç’a - Remzi Kitabevi) etraflıca yazdım. 
Bir iki yıl önce bir davette, iki orgeneral ellerimi tuttular ve “Senden özür dileriz. Hakkını helal et, seni Ankara’daki evinde, yatakların altında süngüyle arayan, Harp Okulu’nda tartaklayan Harp Okulu öğrencileri bizdik” dediler!
Tabii ki hakkımı helal ettim. Bu olaylarda beni her şeyden çok üzen, Kore savaşında benimle aynı üniformayı taşıyanlarla karşı karşıya gelmek olmuştu. Ama bu yüzden onlara, kendi orduma asla düşman olamazdım... Haklarımı helal ettim! Yassıada’dan tahliye edildiğimin akşamı Dolmabahçe’de, başlarında alay sancağı bir askeri birlik görünce de hüngür hüngür ağladım!

 

BİTTİ

Yazarın Diğer Yazıları