Röportaj: Mayis ALİZADE
Yeniçağ: Salvador Dali, “Deliyle benim aramdaki tek fark benim deli olmamamdır” diyor. Dali’nin 120.doğum gününde bu sözü salt sanatçı olarak nasıl yorumlardınız?
Güneştekin: Yaratıcılık ve psikopatoloji arasındaki ilişki her zaman araştırma konusu olmuştur. Dali’nin davranışlarının ve sanatının altında yatan herhangi bir psikozun varlığı da her zaman tartışma konusu oluyor. Dali’nin sanatsal başarısının temelinde kendisi için yarattığı tuhaf kişilik olduğunu düşünüyorum. Kendisinin de deliliğini bir bozukluk olarak görmediği açık. Normlardan sapması yarattığı şeyi aşındırmıyor. Belki de onun sanat tarihine katkısı, anormalliğin mutlaka rahatsız edici bir şey olmadığı veya nörolojik bir hastalığın belirtisi olarak görülmeyebileceği olmuştur. Muhtemelen istikrarsızlığı olmasaydı Dali yaptığı muhteşem sanatı yaratamayabilirdi. Sürrealizmde sanatçılar psikanaliz odaklıydılar ve Freud’u koruyucu azizleri olarak benimsemişlerdi. Kişilik özellikleri ne kadar sıra dışıysa, o kişinin sanatsal potansiyelinin ve başarısının da o kadar yüksek olabileceği öngörüsü yaygındı. Belki de Dali için tuhaflık elverişli bir yöntemdi. Eğer doğası gereği tuhaf bir bireyse de, o zaman yaşadığı dönemdeki sanatsal eğilimin deliliği tercih etmesinin ona çok fayda sağladığını söyleyebiliriz.
Yeniçağ: Salvador Dali’nin huzur bularak en çarpıcı eserlerini yarattığı yer kendi parasıyla aldığı ada idi. Venedik sizin için aynı rolü oynayacak mı?
Güneştekin: Dali’nin Katalonya sevgisi takıntı boyutlarındaymış. Eşi Gala ile, mütevazı bir balıkçı kulübesi almış ve ardından çevredeki yerleşimleri almaya devam ederek, dar koridorlar ve kör geçitlerle birbirine bağlanan odalardan oluşan labirent benzeri bir yapı yaratmışlar. Bu ev ve etrafında ördükleri yaşam, sürrealizmin rasyonalizme saldırısının bir tezahürü haline gelmiş. Dali için burası yarım yüzyıl boyunca hem bir çalışma alanı hem de bir saklanma yeri, yani bir yuva olmuş. Venedik benim şehirlerimden biri, tekrar tekrar beni kendine çeken bir yer, ama bir yuva değil. Sanat düşüncesinin yaşamın bir parçası olduğu bir şehir. Yüzyıl önce nasılsa öyle görünmeye devam ediyor. Aynı zamanda çağdaş sanatın gelişimlerine açık küresel bir şehir. Bu nedenle, Venedik işleyen bir sanat platformu yaratmak için başlattığım sürecin önemli bir parçası. Palazzo Gradenigo şehri gezerken hayranlıkla izlediğim bir yapılardan biriydi, şimdi bu platformun merkezlerinden biri olacak. Venedik’te yapılara nasıl yaklaşmanız gerektiğini söyleyen bir politika belgesi var ve yapacağımız müdahaleler de sınırlı. Yenilikçi ama korumacı bir yaklaşıma sahipler. Geleneği koruyup yaşatmayı esas alan bir politika uyguluyorlar. Ben de aynı perspektiften bakıyorum. Güneştekin Sanat Rafinerisi muhteşem bir geçmişe sahip, yüzyıllara tanıklık eden bu yerde çalışacak. Kendine has bir auraya sahip olan bu mekân, hem sanat üretimleri için bir sergileme alanı ve ilham kaynağı olacak, hem de kurduğum vakfın benimsediği kültürel çeşitlik için bir imkân olacak.
Yeniçağ: Çeyrek asırdan bu yana Türk sanatından tamamen ayrılarak dünya sanatında bir Ahmet Güneştekin alanı oluşturduğunuzu ben söylüyorum. Siz de söylüyor musunuz?
Güneştekin: Sanatsal pratiğime süreç odaklı yaklaşıyorum. Tamamlanmış değil, devam eden, gelişen bir şey. Özellikle son dönem heykelsel alandaki çalışmalarım bunun bir örneği. Bu işler, malzeme ve nesnelerin kullanım biçimleri ile radikal bir öznellikten gelen çağdaş ve mitolojik kültürel anlatılar arasındaki kurduğum bağ sonucu ortaya çıkan işler. Malzemelerle ciddi bir şekilde ilgilenmek başlı başına politik bir yaklaşım. Çünkü dünyaya sadece insan merkezli yaklaşmaktan uzaklaşmakla ilgili. Kavramsal alanı ön plana çıkarmanın bir yolu olarak maddeselliği kullanıyorum. Son çalışmalarım bu etkinin izlerini taşıyor. Materyalle bir diyalog başlatıyorsunuz ve işler izleyiciyle karşılaştığında karşılıklı olarak çok sesli bir sohbete dönüşüyor. Çalışmalarımda farklı yöntemler arasında özgürce dolaşmak bana her zaman istediğim yöne hareket edebilme yeteneği verdi. Bir kurama bağlı hissetmiyorum, kendimi olasılıklara açık bırakıyorum. Malzeme kullanımında makro ve mikro yöntemleri ayrı ayrı olduğu kadar birlikte de kullanıyorum. Yarattığım özgünlük ürünlerinin geçiciliğe direnebilecek bir güce sahip olmasını istiyorum.
Yeniçağ: Kasım 2022’deki İzmir sergisinden sonra şimdi Urla’da kendi müzenizi açma hazırlığı içindesiniz. Hem Venedik’te hem de Urla’da bulunma ihtiyacınızın nedeni?
Güneştekin: Güneştekin Sanat Rafinerisi bir sanat platformu, sanatın üretimi, sergilenmesi ve fonlamasına yönelik bir çalışma örgütleniyor bu platform yapısında. Her iki yerde olma ihtiyacımı şekillendiren, Akdeniz coğrafyasının maddi kültürel alanı ve bu alanın işlerimle bağlantılı olarak gelişen ilişkileri olabilir. Buna aynı platformun farklı aşama ve düzeylerdeki çalışmaları olarak bakabiliriz. Urla’da başlayan çalışmalar bittikten sonra uygulamaya geçeceğiz. Venedik’te aldığım yerde ise rafinerinin çalışmalarıyla örtüşecek şekilde Güneştekin Vakfı çalışmalarını yürütecek. Refineri hâlihazırda başladığı çalışmalarına bu mekanlarda yeni bir yön verecek. Vakfın amaçlarından biri kültür ve sanat politikalarının oluşturulmasında etkin bir aktör olarak yurt içi ve yurt dışında birçok kurumla çalışarak kültürlerarası diyaloğun geliştirilmesine katkıda bulunmak. Farklı disiplinlerde sanatsal üretim ve sergilerin desteklemesi amacıyla geliştirme ve planlama aşamalarında pek çok çalışma yürütülüyor. Katılımcı, erişilebilir ve eşitlikçi bir yaklaşım uygulamak istiyoruz. Bu platformun dünyanın farklı yerlerinden insanlar için bir bağlantı ve buluşma noktası olmasının yollarını arayacağız. Şehirler ve ülkeler arasında potansiyel her türlü kültürel işbirliklerine açık olacağız.
Yeniçağ: Dünya galerileri, müzeleri ve müzayede evleriyle ilişkilerinizde hangi yenilikler vardır?
Güneştekin: Uzun bir süre uluslararası galerilerle çalıştım. Satış odaklı galerilerle de belli bir okulu temsil eden köklü bir geçmişe sahip galerilerle de çalışma olanağım oldu. Bir galeriyle çalışmanın olanakları olduğu gibi bazı sınırlamaları da olabiliyor, ama ben sınırlarından çok olanaklarına odaklandım bu süre boyunca. Müzelerle de öncü sergi projeleri gerçekleştirdik. Son dönemdeki çalışmalarım yapısal özellikleriyle büyük ölçekli sergi yapımlarını gerektiriyor. Bu tür sanat ve kültür projelerinin finansmanı için farklı işbirlikleri yapılmalı. Bu çalışmaları galerilerle sürdürmek benim için çok zor olurdu. Bu nedenle böyle bir yükün altından kalkabilecek kurumlarla çalışmaya başladım. Sanat pazarının gelişiminde önemli aktörlerinden biri galeriler, dijital dönüşüme ayak uydurabildikleri ölçüde, iş birlikleri ve ortak proje çalışmalarını artırabildikleri ölçüde bu rollerini sürdürecekler. Bugün geldiğim aşamada bir galeriye bağlanmayı düşünmem ama birlikte çalışmayı önemserim. Müzayedeleri de, bir satış yöntemi olarak, sanat piyasasının gelişimi için önemsiyorum ama ben sanat alıcısıyla her zaman doğrudan temas kurmak isterim. Koleksiyonerlerle de aynı ilişkiyi kuruyorum. Onlar da dijital olarak işleri görseler bile eseri fiziksel olarak görerek alım yapmayı tercih ediyorlar.