Ünlülerin şiddeti magandanın vahşeti!..

Medya, son günlerde biri Fox TV sunucusu, diğeri de dizi oyuncusu iki ünlünün kadınlara yönelik utanç verici şiddetini tartışıyor...

Toplumun bir kesimi bu rezaletler karşısında susuyor, önemli bir kesimi ise kadınlara yönelik vahşete duyarsız kalmaya devam ediyor...

Oysa bırakın geçmiş yılları, Türkiye'de son aylarda kadınlara yönelik şiddetin bilançosu kan dondurucu bir manzara ortaya çıkardı;

"Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu"nun kadın cinayetleri ile ilgili son aylardaki saptamalarını Haziran ayı başında, bu köşede yayınlamıştık...

Türkiye'de, 11-31 Mart 2020 arasında 21 kadın öldürülmüş...

Nisan ayında 20 kadın erkekler tarafından katledilmiş, 20 kadın da şüpheli şekilde ölü bulunmuş!..

Mayıs ayında 21 kadın erkekler tarafından öldürülmüş, 18 kadının ölümü ise şüpheli olarak kayıtlara geçmiş...

Bu rakamların yayınlanmasının üzerinden henüz 25 gün geçmesine rağmen saldırılar ve cinayetler durmadı... Haziran ayında, Türkiye genelinde 27 kadın cinayeti işlendi, 23 kadının ölümü şüpheli bulundu...

Peki; bu cinayetlerin ardında aslında ne var?.. Birçoğu "töre" ya da "namus" gerekçesi ile işlenen cinayetleri tetikleyen asıl mekanizma nedir?..

Devletin bu konuda hukuksal bir yetersizliği var mı?..

Ve devlet özellikle güvenlik konusunda görevini yeterince yerine getirebiliyor mu?..

Cinayet ve başıboşluk!..

Türkiye'de kadın cinayetleri 1990 öncesinde önemli ölçüde hasıraltı ediliyordu...

Çünkü bu cinayetlerin bir nedeni de toplumsal baskıydı...

İşte o baskılar hem insanları "töre" ya da "namus" gerekçesiyle kadınları öldürmeye zorluyor, hem de cinayetlerin hasıraltı edilmesine dayanak haline geliyordu...

Kadını esaret altına alan gerekçeler feodalizmin baskısıyla şekillenirken, kendi ahlak kurallarını dayatmaya çalışanlar  cinayetlere sessiz kalınca, olayların büyük bölümü "intihar" diye rapor ediliyor, cinayet olduğu saptananlar da, "tahrik" ya da "kaza sonucu ölüm" gerekçesiyle geri plana itiliyordu...

2000 yıllarında "töre" gerekçesiyle işlenen cinayetlere ağırlaştırılmış hapis cezası verilmesinden itibaren olaylar bir nebze dursa da, özellikle son 10 yıldır kadınlara yönelik saldırılarda artış yaşanıyor.

Bunun iki gerekçesi var; sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte kadını bu platformlardan uzak tutmaya çalışanların öfkesi ve bu öfkeyi şiddete yönelten bireysel silahlanma furyası...

Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte öne çıkan kadın kimliği feodal törelerin gazabına uğrarken, bireysel silahlanma da şiddetin artışına ne yazık ki kolaylık sağladı...

İçişleri Bakanlığı'na sorular...

Türkiye'de kadına yönelik şiddetin engellenmesi için hem güvenlik önlemleri hem de hukuksal dayanaklar ne yazık ki yetersiz...

Son 10 yılda, onbinlerce kadın kendilerine şiddet uygulayanlarla ilgili koruma ve uzaklaştırma kararı talep ederken, ne yazık ki yüzlercesi eşleri ve yakınlarının şiddetinden kurtulamadı...

Saldırılardan yaralı olarak kurtulanlar ise çığlıklarını sosyal medya üzerinden duyurabildikleri ölçüde kendilerini korumaya çalıştılar...

Çünkü kadına şiddet uygulayan magandaların çoğu ancak olaylar sosyal medyaya yansıyınca ve infial yaratınca tutuklandılar...

Kadın cinayetlerine bugün bir kez daha dikkat çekmemizin nedeni hukuksal boşluklar ve bunun yarattığı vahametlerdir...

Çünkü son 4 günde, çok ilginç üç vaka yansıdı medyaya;

- Adana'da, boşanmalarına rağmen aynı evde yaşadığı Lütfiye Emre'yi 9 yerinden bıçaklayarak yaraladığı gerekçesiyle tutuklanan Ufuk S., 2 ay sonra "adli kontrol şartıyla tahliye" edildi!!!

Lütfiye Emre son duruşma çıkışında karara isyan ederek, "Beni öldürdükten sonra mı ceza verecekler? Adalet istiyorum" demiş...

- İkinci vaka daha da vahim;

Boşanma aşamasındaki eşi Ayşegül Cora'ya sokak ortasında 6 kurşun sıkan Hasan Cora'nın avukatı, davanın 4. duruşmasındaki savunmasında, müvekkilinin öldürme kastı olmadığını öne sürerek, "bütün mermileri boşaltmadı"ğını söyleyebilmiş!!!

- Boşandığı eşi Semine Eylence'yi, "birlikte oturmayı kabul etmeyince kaçırıp işkence ederek öldüresiye dövdüğü" gerekçesiyle tutuklanan Recep Yılmaz, "ilk duruşmada tahliye" olmuş!..

Gazetelere yansıdığına göre; Yılmaz hemen oğlunu arayarak, "Annen ya benimle barışır ya da ölür" diye tehditte bulunmuş...

Tahliye haberini alan eski eş ise "Beni kim koruyacak bu adamdan" diye isyan etmiş...

Evet; Türkiye'de kadına şiddetle ilgili bazı davalarda ortaya çıkan tablo, adeta "kadın ölmediğine şükretsin" şeklindeki sosyolojik bir şaşkınlığı da gündeme getiriyor...

Gelelim son yıllarda kadın cinayetlerinde kullanılan silahlara ve bunları başıboş hale getiren bireysel silahlanma furyasına...

İşte, 30 Haziran'da Adana Kozan'da korkunç bir olay meydana geldi...

F.C adlı şahıs, pompalı tüfekle eşi ve 2 kızını öldürdükten sonra intihar etti...

Türkiye'de kadına şiddeti hukuksal boşluklar, güvenlik sorunları ve bireysel silahlanma da tetikliyor..

İşte bu yüzden terör, uyuşturucu ve mafyayla mücadele eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya sormak lazım;

Son yıllarda asayiş olaylarında ve kadına yönelik şiddette genellikle pompalı silahların kullanılması ne anlama geliyor?..

Türkiye'de pompalı silah edinmek serbest mi, buradaki başıboşluk devleti tehdit edecek boyutlara ulaşırsa ne olacak?..

İçişleri Bakanlığı'nın bir yanıtı vardır umarım...

Yazarın Diğer Yazıları