Üslûp meselesi…

Üslûp; konuşmalarımızda ve yazılarımızda kullandığımız ifade tarzıdır. Yazarlarımız nasıl üslûplarındaki mükemmellikle kalıcı oluyorlarsa siyasetçilerimiz de konuşmalarında gösterdikleri birleştirici, yapıcı ve kucaklayıcı tavırlarıyla tarihe geçerler. Heyhat ki bugün ne yazarlarımızda mükemmellik endişesi var ne de siyasetçilerimizde hayırla anılmak gayreti…

Geçmişe dönüp baktığımızda toplumun bu iki ana unsurunun yani yazarlar ve devlet adamlarının üslûba çok önem vermiş olduklarını görüyoruz. 600 yıl süren Divan edebiyatında "ne dedim"den ziyade "nasıl dedim" anlayışının hâkim olduğunu söylersek Klasik edebiyatımızda üslûbun önemini sanırım özetlemiş oluruz.

Tanzimat yazarlarında da -eskisi kadar olmasa bile- yine üslûp endişesi vardı. O yıllarda yazılan fesahat ve belagat kitapları bunun delilidir.

Cumhuriyet sonrasında uydurukça akımının da etkisiyle artık kelime seçmek, seçilen kelimelerin anlamlarını iyi bilmek, şekil ve mânâ arasında âhenk sağlamaya çalışmak gibi üslûpta mükemmellik arayışımız kalmadı. Ceffelkalem (düşünmeden, gelişigüzel) yazmak, çirkin ve kaba ifadeler kullanmak bir bakıma yazarlığın meziyetlerinden sayılır oldu.

Yöneticilerin üslûbuna gelince…

Az önce işaret ettiğimiz üzere eskiden devlet adamları üslûba çok önem verirlerdi. Yöneticilerin el kitabı mahiyetindeki "Siyasetnâme"lerde üslûba dair ilgi çekici bilgiler vardır.

Mercimek Ahmet'in Türkçeye çevirdiği "Kâbûsnâme"de geçen şu hikâye ne kadar eğiticidir değil mi?

Anlatıldığına göre Harun Reşit, bir gece rüyasında dişlerinin hep dökülmüş olduğunu görür. Bunun üzerine bir rüya tabircisi çağırtır. Tabirci, "Halifemizin ömrü uzun olsun, ne kadar akrabanız varsa sizden evvel ölecekler" der. Halife bu şahsa çok kızar ve cezalandırılmasını ister.

Bir başka yorumcu çağırırlar. Halife rüyasını ona da anlatır. Yorumcu:"Halife hazretleri bütün akrabalarından çok yaşayacaktır. Onların ömründen sizin ömrünüz uzun olacaktır" der. Halife Harun Reşit bu tabiri beğenir ve yorumcunun yüz altınla ödüllendirilmesini emreder.

Dikkat edilirse her iki yorumcunun da söyledikleri aynıdır. Fakat söyleyiş şekilleri (üslûp) farklı. Bu yüzden biri cezalandırılırken diğeri mükâfatlandırılıyor. Demek ki aynı düşünceyi değişik bir üslûpla ifade etmek neticeyi yüzde yüz değiştirebiliyor.

Düşünen insanlar için bu kıssadan alınması gereken nice hisse var.

Üslûp bu kadar önemliyken, 82 milyonu kucaklaması beklenen cumhurun başı kendilerinden olmayan bir "başkan" için "onu çalıştırtmayız" anlamını çağrıştırabilecek "topal ördek" benzetmesi yapmak yerine, "Belediye meclisinde azınlıkta olabilirsin. Biz gereken desteği veririz, yeter ki sen çalış, millete hizmet et" diyebilseydi daha güzel ve daha yapıcı bir üslûp olmaz mıydı?

El aya giderken bizim niçin yaya gittiğimiz daha iyi anlaşılmıyor mu?

Yazarlar meddah, yöneticiler de bed-hâh (rakiplerinin iyiliğini istemeyen) olduğu müddetçe biz kalkınmayı daha çok bekleriz.

***

ACZİMİN GİRYESİ:

 

Üslûp vardır başınızı göğe değdirir,

Üslûp  vardır  başınızı  öne  eğdirir.

                                            (Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları