Uygurlar ve KKTC Türkleri

Çin’de Türk ve Müslüman oldukları için soykırımı tehdidi altında yaşayan Uygurlar’a elimizi uzatamamanın acısını yaşayanlardanız. Uygurlar, Çin Ulusunun içinde özerk ve özel haklara sahip bir toplumdurlar. Çin, BM Güvenlik Konseyinde daimi üye olduğuna göre Uygurlar da Güvenlik Konseyinin bir parçasıdırlar demek, ancak Çin Devleti olarak. Tıpkı bizim de “Kıbrıs” adı altında AB üyesi olduğu farz edilen “sözde var olan”, gerçekte 1963’den bu yana adı Rumlar tarafından gasp edilmiş “namevcut  Kıbrıs Cumhuriyetinin” bir parçası addedildiğimiz gibi! 1960 Antlaşmalarındaki hak ve yetkilerimiz, fiili ve etkin garantilerle sağlama bağlandığını sandığımız egemenlikteki ve bağımsızlıktaki eşit haklarımız Uygurların özerkliğinden daha etkin, daha sağlamdı. Ancak bu haklar ayrı egemenliğe dayanmadığı için sayıca çoğunlukta olan Rum ortak “ben böyle ortaklık tanımıyorum; bunun işlevliği yoktur” deyip bu çıkışını “Türk azınlık isyan etti” yalanına da dayayınca 45 yıldır çektiğimizi bir biz biliyoruz, bir de Allah. Uygurlar da zaman zaman Çinli kardeşlerinin hışmına uğramışlardır. Türk ve Müslüman olmanın diyetini ödemişlerdir ve hâlâ da ödemektedirler.
Rum liderliği sanki bir Kıbrıs Milleti varmış ve bu milletin meşru hükümeti kendileriymiş gibi bir hava yaratmayı başarmışlardır. Bu kısmen büyük devletlerin kendi “büyük” çıkarları için Kıbrıs’taki gerçekleri görmek istememelerinden kaynaklanan çürük ve temelsiz bir başarıdır. Kıbrıs meselesine teşhis konmamasının nedeni de Büyük devletlerin gerçekler karşısında mahcup olmak istememelerindendir. Meseleye gerçekçi açıdan bakarak tarafsız bir değerlendirme yapmış olsalardı Kıbrıs meselesi denilen Rum-Yunan icadı bu mesele çoktan halledilmiş olurdu. Emin olunuz ki, Rum’un yaptıklarını biz onlara yapmış olsaydık, “büyük ve adil devletler” ile onların kontrolündeki BM Güvenlik Konseyi bize çoktan “siz Kıbrıs’ın tümüne hükmetme hakkına sahip değilsiniz; siz asi bir ortaksınız; gaspçısınız; insan haklarını çiğnemiş bulunuyorsunuz; insanlığa karşı suç da işlediniz; şu toplu mezarlara bakınız” diyerek meseleyi birkaç ay içinde hallederlerdi. Nasıl mı? Taraflara eşit davranarak ve suçludan yana olmayarak! 
Uygurların hakları egemenlikten kaynaklanan haklar olmuş olsaydı bu gün başlarına gelenler ancak devletler arası bir saldırıdan kaynaklanmış olurdu ki, o zaman da ister istemez Uluslararası kuruluşlar hiç olmazsa böyle bir savaşı durdurmak için harekete geçmek zorunda kalırlardı. Şimdi temennilerle yetinmektedirler varsın Müslüman Türk’ün kanı aksın, evi barkı viran edilmiş olsun. Çin BM’de Güvenlik Konseyinin daimi üyesi ya!
Kıbrıs’ta “iç içe ortaklık; egemenlikte ve bağımsızlıkta eşitlik” denenmiş ve Rum ortakların tarihi fantazileri ve istemleri engelleniyor diye yerle bir edilmiştir. 1960 Antlaşmalarının temelinde ve ruhunda “Kıbrıs’ta yaşayan iki milli toplumun Kıbrıs’ın bağımsızlığında ve egemenliğinde eşit şartlarda ortaklığı” vardı. İç içe işlemeyen bu ortaklığı, iç içe bir ortaklık olarak yeniden ihya edip devam ettirmek eksersizi 45 yıldır başarıya ulaşamamıştır. Aynı oyuna devam etmenin bir yararı yoktur. Yeni ortaklık, iki eşit egemen, kendi kaderini tayin hakları olan, dini, dili, milli sadakatları ve kökleri ayrı Halkların devletleri arasında bina edilmelidir ki, bu binalar içten gelecek darbelerle yeniden yıkılmasın; Türk Halkı yeniden enkaz altında kalmasın. İç içe ortaklık denenmiştir ve başarılı olmamıştır. Milli hedefinden şaşmamış olan, Kıbrıs meselesi 1974’de başladı yalanını söyleyebilen, 1963’den bu yana Türk ortağına yaptığını hatırlamak bile istemeyen, bu yılları tarihinden ve hafızasından silmiş olan Rum tarafı ile kalıcı bir anlaşma yapılacaksa, Rum tarafı 1963-74’leri hatırlayarak iki devletli bir ortaklıktan kaynaklanacak iyi komşuluğa itiraz etmemelidir. Zaten böyle bir itiraz hakkı da yoktur çünkü Kıbrıs babasının çiftliği değildir.

Yazarın Diğer Yazıları