Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU

Sadi SOMUNCUOĞLU

Uyutma ve aldatma siyaseti

Bu siyaset Özallı yıllarda başlamıştı. Esası, gerçekleri Türk Milletinden ve devletinden gizlemeye dayanıyordu. Bunun için yapacaklarının tam tersini güçlü bir şekilde söylüyorlardı. Bilinen iki örneği hatırlatalım. Özal'ın yakınlarından Ekrem Pakdemirli şöyle diyor; "IMF heyeti ile görüşüyorduk. Verecekleri kredinin şartlarını saydılar. Özal sonuna kadar dinledi ve 'Bunları siz bize değil, biz size söylemiş, siz de kabul etmiş olacaksınız' dedi. Anlaşma sağlandı, açıklama böyle yapıldı. Halk da, IMF bizim şartlarımızı kabul etti sandı." Meşhur, "Çekiç Güç" meselesi de aynen böyleydi. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra 1991'de Türkiye ABD'den istemiş, ABD de kabul etmişti. Buna göre, ABD Silopi'ye getireceği kara ve İncirlik'teki hava gücü ile Irak'ın giremeyeceği bir güvenli bölge (36. Paralelin kuzeyi) oluşturacaktı. Türk Milleti gerçeği bilmesin diye 36. Paralel söylemi de bir aldatmacaydı. Zira Barzani ve Talabani aşiretlerini içine alan bir grafik eğrisi vardı, ama coğrafyadaki gibi düz bir çizgi varmış gibi gösterildi. Nitekim paralelin dışında kalan Süleymaniye içeride, paralelin içinde kalan Musul dışarıda tutuldu. Maalesef bu gerçek uzun yıllar fark edilemedi, bugünün Türkiye dostu gibi gösterilen "Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, (IKBY)"nin temelleri böylece atılmış oldu.

Aynı siyaseti 2003'ten sonra çok gördük. Meselâ; Erdoğan diyor ki: Ey Kılıçdaroğlu, ey Bahçeli, bizim masaya oturduğumuzu söylüyorsanız, bu iddianızı siz ispatlayın... yoksa müfterisiniz.... 4 kez bunlarla bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu alçakça iftirada bulunanlar, bunun hesabını her yerde verecekledir. Biz bugüne kadar, AK Parti hükümeti olarak terör örgütü ile hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız. Yüksek sesle yapılan bu "güçlü yalanlamadan" sonra devreye Arınç girerek, "Biz teröristle, örgütle pazarlık yapacak namussuz ve ahlaksızlardan değiliz" şeklinde konuşuyor.

Başbakan ve Yardımcısı "terör örgütüyle görüşmedik ve görüşmeyeceğiz" diyor, ama su yüzüne çıkan gerçekler tersini söylüyor. Erdoğan'ın "iftihar etmek gerekir" dediği  "Habur rezaleti",  5'inci Oslo pazarlıkları ve İmralı'da, "devlet heyeti"nin 5 defa giderek teröristbaşı ile vardığı mutabakat basına sızdı. Buna karşı Erdoğan; "Biz İmralı olsun, Oslo olsun bu görüşmeleri, çok açık, net, bu adımları da attık. Oslo'da olacaksa Oslo'yla bunu yapalım. MİT Müsteşarı Emre Bey zamanından itibaren başlattık görüşmeyi. Sonra Hakan Bey geldi, Hakan Beyle de aynı şekilde devam ettik."

Bugün, 2002'de dibe vuran PKK terörünün ülkeyi kan gölüne çevirmesi, Irak ve Suriye'den kuşatması, Türk Milletinden ve devletinden gizlenen siyasetin sonucu değilse nedir? Yine IKBY flamasının, sanki bağımsız devletmiş gibi havaalanımızda ve Başbakanlıktaki resmi görüşmelerde göndere çekilmesi nasıl bir hesabın sonucudur? Sevr'e atıfta bulunarak hak iddiasına kalkışan, haritalarında topraklarımızın bir kısmını kendilerine aitmiş gibi gösterme cüretinde bulunan; Kerkük, Musul ve Telafer gibi Türkmen şehirlerine silahla el koyan, elinde Türkmen kanı bulunan; ABD, İngiliz ve İsrail maşası saldırgan Barzani'nin BOP çerçevesinde görevlerinin ne olduğu belli değil mi? Son olarak da, ileri sürüldüğü gibi Barzani'den bir kısım vatandaşımızın referandumda "EVET" demesi için destek istenmişse, bu tehlikeli bir tutumdur. Zira, Barzani'nin vatandaşlarımız üzerinde tasarruf yetkisinin ve iç işlerimize karışma hakkının tanınması anlamına gelir ki, asla kabul edilemez. Bütün bunlara rağmen Barzani'yi Türkiye'nin dostuymuş gibi göstermeye çalışmak, bir de mali yardımda bulunmak, Türk Milletini aldatmak olmuyor mu?

Kıbrıs ve Ege adalarına dair siyaset de bundan çok farklı değildir.

Şimdi de MHP'nin "EVET" için belirlediği 17 maddenin önemlilerine açıklık getirelim:

Anayasanın ilk dört maddesi ile kimliğimizi belirleyen maddeleri şöyle değişiyor:

-Eğer yüksek yargı üyelerinin tamamını tek adam ve çoğunluğa sahip partisi belirliyorsa hukuk devletinden,

-Seçimle gelen tek adamın görevde bulunamadığı zamanda, ülkeyi atamayla belirlenen başkan yardımcıları ve başkan sekreterleri yönetiyorsa, aralarında millete karşı sorumlu olan tek kişi bile yoksa demokrasiden,

-Meclis çalışmalarının %80'ini teşkil eden kanunları (KHK) tek adam yapıyorsa, Meclis'te ekseriyete sahip partinin başı da tek adam ise, istemediği kanun teklifleri de yapılamayacağı ve temsil yetkisini kaybeden Meclis sebebiyle parlamenter rejimden,

-Tek adam, KHK ile devlet kurumlarını kurabiliyor, etnik kimliğe sahip eyalet/özerk yönetimler oluşturabiliyorsa, millî ve üniter devletten,

-Eğer tek adam tek başına; millî güvenlik siyasetini belirliyor, TBMM'yi feshediyor, devlet bütçesini hazırlıyor, KHK çıkarıyor, OHAL ilan ediyor, savaşa karar verebiliyor; Irak, Suriye ve Türkiye'de federasyon istiyorsa; Milletim Türk, dinim İslâm demek yerine, millet-i İbrahim'denim diyebiliyorsa, sığınmacılara Arapça eğitim yaptırıyorsa, Türk Milletinin kurucusu ve sahibi olduğu egemenlikten bahsedilemez. Ancak keyfilikten, çok ortaklı (Irak modeli gibi) egemenliğin bölüşülmesiyle iç savaşı kaçınılmaz kılan bir yapıdan bahsedilebilir.

Arkadaşlar, bağırıp çağırmayı, ona buna hakaret etmeyi bırakın; abesle uğraşmayın, kiminle EVET ortaklığı yaptığınıza bakın, evinize dönün.

Yazarın Diğer Yazıları