Vak’a nüvisten internete...

Bugün, ülkemizde gelişmekte olan çok acı durumlar konusunda gündelik yazamamaktan dolayı tarifsiz acılar içerisindeyim. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin kazanımları bir plan dairesinde AKP ve Başbakan Erdoğan’ın takımı tarafından harcanmakta. Son olarak okullarda kıyafetlerin serbest bırakılması sadece sosyal rahatsızlıklara yol açacak değil Türk milli eğitim sistemine  “Dört dörtlük”  darbeler vuracak. Ülkemizin bölünmesine yol açacak Kürt sorunundaki gelişmeler de aynı derecede tehlikeli. Rahmetli Aziz Nesin’in ruhu şad olsun. Necip milletimizin milli hafızası maalesef bu hayati konuda nisyan ile malul. Hatırlatayım: PKK terörü 1980’de lüks anayasadan cesaret alarak Apo’nun PKK terörünü  “10 gerillasıyla”  birlikte  başlatmıştı. Bugün 32 yıl sonra bir gaflet zincirinin sonundayız. Önce Apo deliller kesin olarak sabit olunca dışarıdan gelen baskılar sonucu ve politikacıların gafleti yüzünden idam edilemedi. Şimdi İmralı’da ordusuna uzaktan komuta etmekte. Bölücülerin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki temsilcileri açıkça Büyük Kürdistan’dan asla vazgeçmeyeceklerini söylerken ve gene açıkça bizim iki kanadımız var  “birisi İmralı, birisi Kandil”  diyorlar ve bu güya Türkiye’nin Milletvekilleri PKK teröristleriyle kucaklaşıyorlar. Bu olanlara rağmen şimdi BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için Başbakan’ın hakkı teşebbüsü gündemde. Ama politikacılar gündemde hâlâ bu konuyu tartışmakta ve yozlaştırmakta. Gaflet mi, hamakat mı siz söyleyin.

 

***

 


Aslında bugün bir kuşağın son temsilcilerinden biri olarak eski Babıali’den bugünkü  “medya towers” dönemine geçişe ait anılarımı yazacaktım. Ben rotatiften ve ofsetten önce gazetelerin düz makinelerde basıldığı, sayfaların tecrübeli mürettipler tarafından dizildiği ve tertiplendiği bir dönemden bugüne kadar baş döndürücü gelişmesini yazacaktım.

 

***

 


Ben gazeteciliğe Tasvir-i Efkar gazetesinin Cağaloğlu’ndaki köhne binasında başlamıştım. Binanın en üst katında Türk basının öncülerinden Ebüzziya ailesinin hayatta kalan son mensubu Velid Ebüzziya’nın çalışma odası vardı. Rahmetli babamla İstiklal Mahkemeleri’nde karşı karşıya gelmiş olan rahmetli Velid Bey bana yakın bir ilgi gösterir ve ben de elimden geldiği kadar ona yardımcı olurdum. Bu gazetenin Genel Yayın Müdürü sonradan Bakan’ım olacak Cihat Baban’dı. Cihat Bey gazeteye girmek için müracaat ettiğimde bana ’İyi aile çocukları gazeteci olamazlar kendine başka kapı ara’demişti. Daha sonra Tasvir-i Efkar’dan sınıf arkadaşım Tunç Yalman’ın babası rahmetli Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesine geçtim. Ve işe polis muhabiri olarak başladım. Fakat gözüm hep  “mutfakta”  idi. Yani gazetenin yazı işlerinin tertibindeydi. Ve gece sekreterliği yardımcılığına başladım. Bu dönemde Vatan’da rahmetli Sadun Galip Savcı’dan “Con Kemal”  den ve Mümtaz Faik Fenik’ten çok şey öğrendim.
Vatan o zamanlar eski bir konakta idi. Konak, rotatifler çalışında zangır zangır titreyen Tasvir-i Efkar’ın binasından biraz daha hallice idi.
Gazetenin büyük yazı işleri odasının ortasında gürül gürül yanan sobada yumurtalı sucuk yapıp yerdik. Gazete öğleden sonraları ziyaretçilerle yani dedikodu arayan dostlarla dolardı.
Vatan’da rahmetli mürettipler Ahmet Dizer, Nihat ve çömezleri şimdi talihin cilvesi Yeniçağ’da editörüm olan sevgili Esat Atalay’ın kayınbabası rahmetli Fuat Say’dan çok şeyler öğrendim. Onlar Türkçeyi bizden daha iyi bilirler ve yazılarımızı dizerken düzeltirlerdi.
Vatan gazetesinde mesela Türkçeyi çok iyi bilen Kazım Özdilci gibi değerli bir musahhih vardı. Akşamları gümrükteki işinden çıkınca gazeteye gelip telefonun ve radyonun başına geçer, kollarına siyah kolluklar takıp radyolardan ve telefonlardan muhabirlerden gelen haberleri alır ve biz sekreterlerin önüne koyardı. Benim görevim demir cetvelle bu haberleri keserek şeflerimin masasına bırakmak ve başlıklar önermekti. Gazeteler ekseriya tek baskı yaparlar ve bu baskı da geç saatlerde tamamlanırdı.
Rotatif makinelerine kalın mukavva kalıplar önce pehlivan yapılı Mevlüd’ün el ile çevirdiği merdanede oluşurdu. Linotipten ve entertipten öncesine yetişmedim. Gazetenin baskısı geç kaldığı için ve o sırada Galata Köprüsü açıldığı için mecburen geceyi Ahmet Emin Bey’in odasındaki tahtakurusu dolu koltukta geçirirdim.
Ve bugün nereden nereye, internetten sonrası ne?  Rahmetli Turgut Özal bir gün Türkiye gazetesine geldiğinde gazetenin sahibi Enver Ören’in masasına oturmuş ve yanındaki televizyon ekranını göstererek  “İleride bir gün gazeteler burada çıkacak”  demişti. Ve hakkını vermek lazım, iletişimdeki dev adımlar onun döneminde atıldı. Bütün bunlar yazılı basını öldürecek mi yani internet çıktı, matbuat basını öldü mü diyeceğiz?..
Ben şahsen hiçbir şeyin, bugünkü gazetenin yerini alacağına inanmıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları