Vicdansızlık postası….

Vicdansızlık postası….

Mert El…

Yusuf Karayiğit…

Duran Ay…

Ağahan Yerdelen…

Erdem Topuz…

Bunlar sadece adını duyduklarımız.

Adını "bildiklerimiz" bile değil bakın; ancak trajik intiharlarıyla haber olabildikleri için "duyduklarımız"…

Ve diğer bütün trajedileri gibi memleketin; duyduğumuzun ertesi günü unuttuklarımız…

***

Müzisyendiler.

Kimi faturasını, kirasını ödeyemez, kimi ekmeğe muhtaç haldeydi; zira salgın işsiziydi her biri.

Duyulmayan feryatları, sanıldığı/sandırıldığı gibi konforlarından taviz vermek istememelerinden değil, yaşamsal ihtiyaçlarındandı. Keza tam da bu nedenle, "yaşayamaz halde" olduklarından seçtiler ölmeyi.

Maruz kaldıkları toplu sağırlık, onları için çözüm olabilecek diğer bütün yolları kapatmış gibiydi.

Çaresizlik belasıydı katilleri; bir de, çare bulmak, çare olmakla sorumlu olanların kayıtsızlığı tabii.

***

İtiraf etmek gerekirse, bu meseleyi belki ben de bu denli dert edip yazmayacak, sosyal medyada bir iki destek mesajı attıktan sonra yine canımızdan bile üstün, değerli, önemli varsaydığımız "yüksek siyaset"in dibe batmış içeriğine dalıp gidecektim.

Dün, yayın hayatına pekala "vicdansızlık postası" adıyla devam edebilecek bir paçavranın, iş icabı mecburen okuduğum köşelerinden birinde, "eğlence sektörünün normalleşme kapsamı dışında tutulmasına" itiraz edenler, şu fani dünyada yiyip, içip eğlenmekten başka gamı kederi olmayanlar, kadınsızlık başlarına vurduğundan yahut bir kadeh alkol uğruna maraza çıkaranlarmış gibi gösterilince yazmaya karar verdim.

Bu nasıl bir çarpıtma…

***

Açılma talebinin adresi "Eğlence sektörü" diye adlandırılınca konu bayağı bir yanlış anlaşılıyor ya da kasıtlı olarak yanlış anlaştırılmaya çalışılıyor galiba;

"Açız, aç" diyenler, mekanlarda "partileyenler" değil bey amca; onlara hizmet edenler;

Bir buçuk yıldır kapalı olan mekanlarda "eğlenenler"in arzuları değil mevzu; işi onları "eğlendirmek" olanların en temel ihtiyaç, hatta hakları.

***

"Duydun mu işçi kardeşim?

Duydun mu asgari ücretle evini geçindirmeye çalışan kardeşim?" Diye galeyana getirmeye çalışıyor bir de ortalığı…

Bu muymuş emekçinin yanında olmak?

***

Ne sanıyor acaba?

"Eğlence sektörü" denilen şeyin boğazdaki üç tane sosyetik mekandan ibaret olduğunu mu?

Ki, öyle olsa ne olur? Oradaki çalışan "çalışan" değil mi? Onun "karnını doyurmak" da sosyal devletin boynunun borcu değil mi?

Küçük bir Anadolu şehrinde, müzikli bir restoranda, solistin arkasında ter döken kemancı, küçük bir kasabadaki sokak düğününde misafirleri coşturmaya çalışan darbukacı, bir festival orkestrasının flütçüsü, aylardır bir tek "yüksek kaşeli starın arkasında çalmamış" gitarist… Emekçi değilse ne; komprador bu bunlar?

Ya, "eğlence" deyince aklına sadece "kadın oynatmak" geldiğinden tahayyül edemediği envai çeşit tesisteki garsonlar, komiler, aşçılar, bulaşıkçılar, şoförler, resepsiyon/banko görevlileri, büfe sahipleri, valeler, vestiyer görevlileri…

Hatta sektörün "mutfağının" olmazsa olmazı terziler, kuaförler, makyözler…

Hatta en ağır işçileri; temizlikçileri o mekanlarının…

Emekçi değilse ne; burjuva zahir!

Fantezi olsun diye sürünüyorlar sabahlara kadar oralarda; yoksa açlık, yokluk hepsi hikaye!

***

Kendi sendikaları açıklıyor; salgının başından bu yana, bu sektörde çalışıp da işsiz kaldığı için intihar edenlerin sayısı 100''ü geçti…

Ortada böyle dram varken utanır insan. Utanır da vicdan frenini kullanır.

Ne demeli bilemedim.

Allah ıslat esin!

Mağduriyet yarıştırmaya gerek yok ki…

Müzisyenler, uğradıkları çifte standarda tepki göstermekte sonuna kadar haklılar. Ve fakat yaptıkları mukayeselerde farkında olmadan onlar da başka bir haksızlığı meşrulaştırmış oluyorlar.

Şöyle ki…

Sanat/festival/konser alanlarıyla kahvehane/kıraathaneleri karşılaştırıp, onlar açıkken biz neden kapalıyız diye soruyorlar ya hani…

Kahvehane/kıraathaneleri de açmadı, açmış gibi yaptı sadece iktidar sahipleri!

Oyun oynatamayacakları, dolayısıyla müdavimlerini ağırlayamayacakları mekanları açarak kazanç sağlamak bir yana, bir kere daha, ekstra zarara da girecek kahve/kıraathane sahipleri de…

Haksızlığa uğrayanlar "adalet"i sadece kendileri için değil herkes için istemeye başladıkları gün; hepsinin çığlığı daha kolay duyulur olur…

GÜNÜN FIKRASI

Üzerine külliyat yazılır ama, Nagehan Alçı''nın, hiçbir şey yapmadıysa, yargıyı gümüş tepsi içinde "FETÖ" denen yapının eline veren 12 Eylül referandumunda "Evet" çıkmasın diye amiyane tabirle üstünü başını parçalayan, dönemin İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal''ın karşısına geçip de söylediği tek cümle gülmeye kafi:

- FETÖ ile gerçek mücadeleyi de biz yaptık!

Bugün bile hâlâ "FETÖ diyerek üzeri örtülmeye çalışılıyor" deyip de "milli orduya kumpas"ı, yargıda savunmaya devam ediyor ama olsun…

Gülmeye engel değil.

Yazarın Diğer Yazıları