Yargı'nın Sarayı Diyanet'in ahlakı

Soru şu: ABD'de yargı kurumu, toplantılarını Beyaz Saray'da mı yapıyor?

İkinci soru da şu: Fransız yargısı, yıllık önemli toplantılarını Eliza Sarayı'nda mı yapıyor?

Aynı şekilde İngiliz yargısı Kraliçenin gözetiminde mi toplanıyor?

Bu sorulara "hayır" diyorsanız, o halde "neden" diye başka soru gelecek size.

Neden?

Biliyorum cevabınızı. "Çünkü bu ülkelerde demokrasi var" diyeceksiniz ve diyorsunuz.

Haklısınız.

Başka?

Demokrasi var olduğu için onun varlığının delili olarak da kuvvetler ayrılığı var.

Kuvvetlerin tek merkezde toplandığı siyasal sistemlerde demokrasi olamaz. Ancak diktatörlük olur. Bu sebepledir ki laf kalabalığına, basit mantık üzerinden haksızlıkları ve yanlışları hak diye savunmaya lüzum yok.

Esasında milli irade denilen üst akıl, hâkim olması beklenen güç, demokrasilerde üç farklı şekilde konumlanır.

Yasama, yürütme ve yargı. Bu üç iradenin toplamı milli iradeyi oluşturur. Tek başına iktidar, seçimle gelir ve seçmen iradesini gösterir. Aynı şekilde yasama organı meclis de öyle oluşur. Yargı ise öncelikle anayasal düzenle işe başlar ve bizzat milletin siyasi birliğini ifade eden devlet tüzel kişiliğini hayata geçirir. Sonra, kurulu devletin hem kamusal düzeni, hem siyasal düzeni ve hem de ceza hukuku ve medeni hukuku içererek milletin örgütlenmiş üstün gücünü / aklını her alanda yetkin kılar.

Siz; yargı düzenini bozdunuz mu, üstün güç olan milletin kural-düzen iradesini bozmuş olursunuz. Onu siyasallaştırdınız mı,  milli iradeyi siyasetin kölesi yapmış olur, adaletini ortadan kaldırırsınız. Böyle bir siyasal düzende hiç kimse millet hâkimiyetinden söz edemez.

Dikkatinizi çekerim. AKP iktidarları boyunca en çok tartıştığımız konu adalet ve yargının tarafsız olup olmadığı meselesidir. Ve halen daha durum düzeltileceğine ayrışıyor. Milli birlik ve bütünlük istiyorsak, taşları yerli yerine koymamız gerekmiyor mu?

***

Diyanet'in milli ahlakı var mı?

Bu sorunun cevabı belli: Elbette var. Ancak burada kurumun kendisinden söz etmiyoruz. Yönetiminden söz ediyoruz. Hâl böyle olunca da yönetimin kararlarını sorgulamamız gerekiyor.

Niçin?

Çünkü mevcut yönetim, aldığı kararlarla tartışılacak davranışları öne çıkarmayı seviyor.

Nedir o?

İşte son günlerde gündemde olan 30 Ağustos hutbesi sorunu. Bu sorun milli ahlak sorunu aynı zamanda. Aynı zamanda siyasi ahlak sorunu.

Nasıl?

Şöyle: Ahlak, "iyi-kötü", "doğru-yanlış" ayrımını içerir. Ve beklenen odur ki; bütün insanlar, "iyi" ve "doğru" olan davranışları göstersin?

Peki, "iyinin" iyi; "doğrunun" doğru olduğunu nereden bileceğiz?

Değerler sisteminden.

Ahlak, değerler sistemiyle varlık bulur.

Milli değerler (kıymetler, vaz geçilmezler, önem sırasının en üstünde olanlar) iyidir ve bunlara uygun davranmak doğrudur. İyi ve doğru davranış ise ahlakidir. 

Dini değerlere uygun davranmak dini ahlakı, siyasal değerlere uygun davranmak siyasi ahlakı, milli değerlere uygun davranmak da milli ahlakı gösterir. Şimdi gelelim Diyanet'in 30 Ağustos hutbesine.

İçinde Kurtuluş Savaşı'nın başkumandanının esamisi yok. Yani en kıymetlisi, olması zorunlu olan, kendisi olmadığında komuta kademesinin anlamsız kalacağı kişinin adı sanı geçmiyor. Kısacası Bir tarihsel değer, bir siyasal değerli kişi göz ardı edilmiş. Bu durumda bize Diyanet yönetiminin milli ahlakını sorgulamak düşmez mi?..

 

Yazarın Diğer Yazıları