'Aşk imiş her ne var âlemde...'

Benim can dostlarım, aziz gönüldaşlarım, bugüne kadar yaptığım araştırmalar ve okumalardan vardığım sonuç şu ki: Dünyada hiçbir millet bizim kadar aşkı yüceltememiş, aşkın kıymetini bizim kadar takdir edememiş ve insanî aşktan ilâhî aşka geçişi bizim kadar gerçekleştirememiştir.

Siz hiç devlet başkanları bile aşka gönül vermiş şair ve sanatkâr olan bir başka millet gördünüz mü şu cihan tarihinde? Üç kıtaya 600 yıl hükmetmiş, diğer kıtalara nüfuz etmeyi plânlamış Osmanlı Sultanlarının hayatlarını dikkatle okuyup öğrenen dost ve düşman herkes, benim bu görüşümü mecburen kabul edecektir.

Kısa bir ömürde, o ömre sığmayacak yerler fetheden ve dünyayı tir tir titreten Yavuz Sultan Selim Han, dünya çapında bir şair olarak herkesçe kabul ve tasdik edilir. Selîmî mahlasıyla yazdığı şiirlerinden birinde aslanlar bile kendisinden korkup ürkerken, bir güzele çaresiz boyun eğişini bakın ne güzel dîllendiriyor:

“Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân / Beni bir gözleri âhûya zebûn etdi felek”.

Zaten aşk da öyle her yiğidin altından kalkabileceği bir belâ değildir. Bu bela, dört dörtlük babayiğit ister. O yüzden Taşlıcalı Yahyâ Bey, “Her kişi âşık olurdu eğer âsân (kolay) olsa” hatırlatmasını yapmak ihtiyacı duymuştur.

Abdülhak Hâmid de “Her derde çâre var güzelim, aşka çâre yok” derken aynı noktaya dikkat çeker.

Evet, gördüğünüz gibi bugün, gündelik olayların içinden sıyrılıp; sizlerle aşka, ayrılığa, hicrana, aşk belasına, gönül yarasına dair mısra ve beyitler arasında, yücelere doğru bir gezinti yapacağız.

‘Gönüldendir şikâyet...’

Önce öfkeli şairimiz Nef’i’ye kulak verelim; okuyunuz ki ne diyor Nef’i:

“Mecnûn ne bilir kaide-i nâz ü niyâzı / Âşık mı sanır kendin o meczûb-i mahabbet” ?

Ve devam ediyor:

“Bileli kendimi ben gönlümü âşık buldum.”

Yine Nef’i, yine o hırçın âşık:

“Ne şeb ki kûyine yüz sürmesem ölürüm / Ne gün ki kâmetini görmesem kıyâmet olur”.

Kimliği bilinmeyen bir şair de şöyle sızlanıyor:

“Hiç akla gelir miydi bu âşıklığım ey dil / Kim derdi ki bir gün bana dîvâne desinler” !

Elbette Fuzûlî atamızın lafının üstüne lâf olmaz:

“Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir / Ben kimem sâkî olan kimdir mey ü sahbâ nedir” .

Söz yine ‘âşk adam’ın:

“Ben âşıkım hemîşe sözüm âşıkânedir” .

Adlî mahlasını kullanan Sultan Üçüncü Mehmed’in şu derin duygusuna bakınız:

“Zülfünün zencîrine kul eyledin şâhım beni / Kulluğundan etmesin âzâd Allahım beni” .

Ya Yenişehirli Avnî’nin şu duygu yüküne ne dersiniz:

“Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik.”

Şairler Sultanımız Bâkî, “Yârab ne vâdîdir bu kim cân teşne cânân teşnedir” dedikten sonra ekliyor:

“Hep seninçündür benim dünya cefâsın çekdiğim / Yoksa ömrüm vârı sensiz neylerim dünyâyı ben” .

Taşlıcalı Yahyâ Bey ise aşk derdi yüzünden işi cihanı yakıp yok etmeye kadar götürüyor:

“Dâr-ı dünyâ deli gönlüm gibi vîrân olsa / Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa” .

O yüzden olacak, Bursalı Ahmed Paşa aşk gerçeğini şöyle haykırıyor:

“Hâlini bilmez perîşânın perîşân olmayan” Nev’î ise; “Senin mahzûnun olmak bâna şâdân olmadan yeğdir / Gamınla ağlamak ellerle handân olmadan yeğdir” diye yakınıyor ve arkasını getiriyor:

“Gönüldendir şikâyet gayrdan feryâdımız yokdur”.

‘İlm bir kîl’ü kâl imiş ancak...’

Vâsıf-ı Enderûnî âşıkın çaresizliğini şu veciz mısraıyla bütün âleme ilân eder: “Görsem seni helâk olurum görmesem helâk”.

Nedîm ise o bildik tavrıyla hemen tavrını koyar: “Nesin sen ben de bilmem cân mısın cânân mısın kâfir”.

Buna karşılık Gâlib Dede aşk derdiyle öyle hoştur ki şöyle seslenir:

“Çeşmini gördüm unutdum derdi de dermânı da” .

Neşâtî, oldukça dobradır:

“İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile” .

Yahyâ Kemâl, yukarıda aşk acısıyla sızlayıp duran şairlerin sitem, serzeniş ve kabullenişlerine hak vererek şu değerlendirmeyi yapar:

“Cümle lezzetden lezîz iksîrsin ey zehr-i aşk / Zevk-i derdinden alan her rûh dermândan geçer”.

O yüzden de hiç çekinmeden sesini yükseltir:

“Sen nerdesin ey sevgili, yaz günleri nerde?..”

Ahmed Hâşim de o ateşli şairlerdendir ve aşkını anlatırken şöyle der:

“Âteş gibi bir nehr akıyordu / Rûhumla o rûhun arasından” .

Aşk konusunda bütün bu söylenenlerin ardından ister istemez büyük Fuzûlî’yi yine hatırlarız, çünkü bu konuda söz her zaman onundur:

“Cânımı cânân eğer isterse minnet cânıma / Cân nedir kim anı kurbân etmeyem cânânıma.”

Zaten Fuzûlî, gerçek âşıkın kendisi olduğunu alenen söylemiyor muydu:

“Bende Mecnûndan füzûn âşıklık isti’dâdı var / Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak âdı var”.

Aziz dostlarım, sizlerin gül gönüllerinizde sıcak meltemler estirecek daha pek çok mısra ve beytin altını çizmiştim, fakat yine köşe sınırlarımızı çoktan aştık. O halde, sadece tarihe mal olmuş o seslenişlerden birkaçını aktarmakla yetineyim:

Şehzâde Cem’den:

“Hayfâ ki geçdi bilmedik ol hoş zamân idi.”

Nesîmî’den:

“Gel gel ki cümle savm ü salâtın kazâsı var/ Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok.”

Hayâlî’den:

“Geçmiş zamân olur ki hayâli cihân değer.”

Abdülhak Sinasi Hisar’a Allah rahmet eylesin!.. Kendisi, dünyanın önde gelen en güçlü Türk şairlerinden Fuzulî’nin; “Aşk imiş her ne vâr âlemde / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak” beytinin ilk mısraını kitabına ad olarak seçmiş ve 1417’den 1950’ye kadarki dönemde şairlerin kaleminden dökülen “aşka dair seçilmiş mısralar ve beyitler” i bir araya toplamış. Okuduğunuz mısra ve beyitleri, işte bu 92 sayfalık “Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde*” eserinden derledim. YKY’den çıkan bu kitabı, bazı bilinmeyen kelimeleri sözlükler yardımıyla çözerek, gönlümüzü bambaşka güzelliklere açmak için sık sık okumalı, aşkın o doyulmaz tadını bütün ruhumuzla hissetmeliyiz.

* * *

*+90 (212) 252 47 00, www.yapikredi yayinlari.com

Yazarın Diğer Yazıları