Abdullaya yol vermek

Bir Rus şair “Bazen bir çığlık, bir çığ başlatır” demiş. Şüphesiz bunu söylediğinde küresel ısınmanın başlamadığı bir zamanrda ve karlı bir kış günü söylemiştir. Artık çığın başladığı falan yok, dağlar ise yerinden bile oynamıyor. Neyse... Tepkileri tevekküle karışmış, sfenks gibi uzaklara bakan bir topluma dönüştürülmek üzereyiz. Neyi bekliyorsak ve niçin kendi savaşımızı başkalarına ciro ediyorsak, bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Tek suçlu tek yanlı kamuoyu oluşturan propaganda kudreti mi yani. Bu ülkenin, İslamcı diye damgalanmış başbakanı, yıllar yılı milliyetçiliğe, ümmetçilik adına karşı çıkan, Müslüman olmamız yetmez mi diyen R.T. Erdoğan, Irak’ı sözde kendi güvenliği için tehdit görüp işgal eden ABD’li askerler için, “Onların sağ salim ülkelerine dönmeleri için dua ediyorum” diyordu. Oysa o günlerde, Irak’ta henüz 500 bin Müslüman katledilmişti. Onlar için, Felluce için, Samarra için, Telafer için, Kerkük için dua ettiğini hiç duyan olmadı. Şöyle söyleyebiliriz, aslında dualarının tutmayacağını bilidiğinden, ABD’lilere kazık atmak için onlar lehine dua etmektedir. Bu bile olumlu adım olabilir. Abdullah Gül, NTV’de, o mahut gülümsemesiyle “Amerika ile bu konuda kader birliğimiz var, galip gelmeleri çok önemli” diyordu. Tam da o günlerde, geceleri alıp götürülen ve sabahları teslim edilen kadınlarla ilgili, bir Samarralı, canlı TV yayınında “Samarra’yı kirlettiler” diye feryad ediyordu. 1 Mart tezkeresiyle ilgili ateş püsküren zamanın Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz “Türk ordusu liderlik görevini yapamadı” diye efelenirken, diğer yandan da Irak’a özgürlük ve demokrasi getirdiklerinden bahsediyordu. Demokrasi de getirmişlerdi, hani askerin müdahale etmediği, halkın seçtiklerinin yönetici olduğu. İyi ya işte, demokrasinin meclisi hayır dedi, ordu da müdahale etmedi, daha ne istiyorsun diyen olmadı. O andan itibaren de Türk ordusu üzerinde oyunlar çoğaldı. Çünkü görevini yapamamıştı. Daha sonra, aynı Wolfowitz, “Irak’ın komşularını ve yabancı savaşçıları” bu ülkenin içişlerine karışmamaları konusunda uyararak, “Tüm yabancıların Irak’ın içişlerine karışmaktan vazgeçmeleri gerektiği kanısındayım, yardım için gelmek isteyenlere kapı açık ancak karışmak ve yıkmak için gelenleri istemiyoruz” diyecekti. (Hürriyet 8.8.2003) o ara suçluluk telaşıyla Erdoğan “ABD’liler bizden asker istiyor, istenilen oranda asker gönderme çalışmalarımız var, stratejik ortaklığımızı ileriye götürüyoruz” diye bize yalan söyleyecekti. Onun yalanını ABD büyükelçisi Robert Pearson delecek ve “Asker gönderme teklifi Türkiye’den geldi, Büyükelçi Ziyal’ın Washington’da sunduğu önerilerde bu da vardı, değerlendiriyoruz” diye cevap verecekti. Bunun yorumu; yalakalığı Erdoğan ve ekibi yapıyor, sırf stratejik ortağız dedirtmek için Dışişleri Müsteşarını ABD’ye gönderdiler, tezkere veremedik, asker verelim dediler ama hele bir bakalım, bunlara değer mi?.. Gerçi şimdilik, 11 askerlerinin başına çuval geçirdik ama... Çuval olayından sonra da, Abdullah Gül açıklama yapıyordu, bu lokal bir olaydır. Başbakan “ne notası, müzik notası mı”?... diyordu. Aklı hâlâ “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısının güçlü melodisinde kalmıştı. ABD’liler ise Gül’ü yalanlamak ister gibi, Süleymaniye’den Bağdat’a götürdükleri askerlerimizi, iki gün sonra bıraktılar ve hiçbir yolla Washington’a ulaşılamadı. Eski Büyükelçi Mark Parris’in söylediği çıkmıştı, “Beyaz Saray telefonlarımız hep meşgul çalmıştı”... Kıbrıs’taki, Soros takımı ile ortaklıklarını, Ermenistan’a verilen tavizleri, AB’nin dayatmalarına “yes” demelerini, misyoner ve ev kiliselerinin adeta hücuma geçmelerini, Barzani ve Talabani ile olan ilişkilerini, Türkiye’yi bölen haritalara tepkisizliklerini, Bartholomeos ile derin ilişkilerini bunlara ilave ederken, devleti küçültmek lazım diyerek, birikimlerimizi şaibeli bir şekilde, şaibeli yabancılara peşkeş çekmelerini bunun üzerine koyuyorum. Hatırlatıyorum ki, Almanya’da devlet yüzde 46, Fransa da yüzde 40, İspanya ve İtalya’da yüzde 36 ekonomik kurumlara sahipken, bu durum Türkiye’de yüzde 16’ya düşmüştür. Öyle ya büyük lokma kolay yutulamaz, derin devlet diyerek, özelleştirme diyerek önce küçültüp sığlaştırmak gerekir. Yozgat’ta bize soruyorlar, “Bizim Abdullaya niye yol vermediler ki”, siz veriyorsunuz işte, bakalım yol nereye gider.

Yazarın Diğer Yazıları