'Düzen' değişmedikçe!..

Kıymetli okuyucularım, Yeniçağ’a uzun süreden beri Ankara’dan yazan Hasan Demir beyle, yanlış hatırlamıyorsam birkaç yıl önce Ankara Bilkent Otel’de bir toplantı sırasında el sıkışmışlığımız vardır. Yakın geçmişte bir defasında şu “ip”i okyanus ötesinden çekilip gevşetilen, oralardan verilen komuta göre bukalemun gibi kabuk değiştiren; zamana ve esen rüzgâra göre  “bölücü Kürtçülük, sözde demokratlık, Ermenicilik, Maoculuk, Atatürkçülük veya ulusal-yacılık çizgileri” arasında sek sek oynayan, “muhbirlikten, Kızıl Çincilikten ve özellikle Milliyetçi - Ülkücü düşmanlığından” asla vazgeçmeyen bir  “zat-ı kurdeşen”in yaptığı “şovu”, en azından iyi niyetle alkışlamasını da  “Gün Işığı”nda tenkid etmiştim.
Dün okuduğunuz “Çağdaş(!) Ebu Cehiller”  başlıklı yazıma başlarken; “Yok aslında biri birlerinden farkları” diyerek, sohbetimizi Hasan Demir beyin 13 Ağustos Pazartesi günü Yeniçağ’da yayınlanan “Cumhurbaşkanı değişmeyecek” başlıklı yazısına getirmek muradındaydım. Ancak son noktayı koyarken, bir de baktım ki yerim kalmamış...
Hani gelin hanıma “kalk oyna”demişler de “yerim dar” cevabını vermiş... Bahane bırakmamak için yerini genişletmişler, bu defa da “yenim dar” a sığınmış ya... İşte şimdi yer de bizim yen de bizim... Yen dediysek üstümüzdeki gömlekten bahsediyoruz. Üzerimizden asla çıkarmayacağımız “Ülkücü nefer gömleği”nden... Ordusu olmayan Japonların ABD’yi önünde diz çöktürten o  “haysiyetli” parasından değil elbet...
Hasan Demir’in son derece isabetli  “tespit ve teşhisleri” herhalde siz sevgili Yeniçağ okuyucularının dikkatinden kaçmamıştır. Bakınız Demir bey, “Yeni Cumhurbaşkanı kim olacak” sorusuna nasıl bir cevap veriyor:
 “Adı Abdullah olur, Hikmet yahut başka bir ad olur, bilemem. Toplumun beklentisi, zinde güçlerin talebi ve Meclis kompozisyonu gösteriyor ki, Sezer’in koltuğunu Sezer dolduracak, Yani AB’ci, yani NATO’cu, yani ABD’ci bir cumhurbaşkanımız daha olacak.
Eşi başörtülü olursa birileri hoplayacak, eşi başı açık biri Köşk’e çıkarsa diğer kesim, ’Bu defa da başaramadık!’ diye üzülecek, amma her halükârda, seçilecek kişi’ yeni ‘değil’ eskilerin devamı’ biri olacak ve bu kişinin adı şu olmuş, bu olmuş, Türkiye için fark eden hiçbir şey olmayacak. Toplumun şu an ki’ Cumhurbaşkanı kim olacak?’ merakı, markası bilinen otomobilin plakası ne olacak, onun merak edilmesi gibi, ‘esası ilgilendirmeyen’ boş bir meraktan başka bir şey değil. İşte milletin asıl fark etmesi gereken bu.
Bu fark edilmediği sürece Türkiye’nin kan ve zaman kaybı devam edecektir.”

Tespit doğru ’teşhis yanlış’
Azîz dostlarım, ben de çok uzun zamandan beri işte bunu anlatmaya çalışıyorum. Mühim olan makamlara oturacak isimlerden ziyade, Türkiye’yi pençesine alan “Küresel emperyalizm sistemi”ni devre dışı bırakmak, kendi millî menfaatlerimizi azamî ölçüde gözetecek millî bir sistemi hayata geçirmektir. İşte Hasan Demir “Cumhurbaşkanı değişmeyecek” başlıklı yazısının son bölümünde “teşhis” hatasına şu önemli tespitlerle işaret ediyor:
 “Bu millet Atatürk döneminde uçak yaptı ve sattı amma bugün Türkiye ithal ettiği savaş uçakları ve tanklarını, kurulalı 50 yıl bile olmamış İsrail’e modernize ettiriyor. Türkiye seçimler yapar, hükümetler kurar, yeni başbakanlar ve yeni cumhurbaşkanları seçip dururken henüz devlet bile olmamış, bir tek seçim bile yaparak bir tek başbakan ve bir tek cumhurbaşkanı bile seçmemiş Irak’ın kuzeyindeki oluşum, şimdiden uçak üretmek için fabrika kurma aşamasına gelmiş bulunuyor; bu Türkiye için ne kadar acı bir durum...
Velhasıl sonradan gelenler Türkiye’yi sollarken Türkiye 1938’den beri yerinde sayıyor. Onun için biz, ‘Türkiye tıkandı!’ diyoruz. Çünkü bütün partiler ve bütün cumhurbaşkanları birbirinin aynı. 100 parti de olsa Türkiye bir ‘Tek parti cumhuriyeti’ maalesef. Zira bütün partilerin ’Türkiye problemindeki’teşhisleri aynı, farkları, o da ufak tefek renk tonlarıyla,  uyguladıkları reçeteler de.
Oysa TEŞHİS yanlış, TEŞHİS..
Mesele bu olduğu için Sezer ile Gül yahut AKP ile CHP ve diğerleri arasında, kimse kızmasın ve kimse üzülmesin, detayda ufak tefek ayrılıklar olsa bile, temelde hiçbir fark yok.”  

Oturacak da ne olacak?..
Dostlarım, aslında fazla söze ne hacet doğru her yerde ve her zaman doğrudur. Benim bir türlü beceremediğim(!)  “Her doğru her yerde söylenmez”  kaidesine gelince, evet belki doğru bir kaidedir ama, bu kaideyi Türkiye’de hep eyyamcılar, vaziyet idare ediciler,  “Bana dokunmayan bin yaşasın” cılar hayata geçirdiği için çekiverin kuyruğundan gitsin!..
İşte yine aynı doğruda birleşiyoruz. Türkiye ateş çemberindeyken hiç kimsenin şekille uğraşmaya hakkı yok... Eğer “demokratik teamüller” işlemeye devam ederse, Çankaya’ya Abdullah Gül’ün oturacağı artık kesin gibi... Peki oturacak da ne olacak?.. Türkiye’yi pençesine alan “küresel canavar”ın, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı makamlarında sınadığı ve her istediğini yaptırdığı Abdullah Gül, sanki kendisinden önceki diğer 2 cumhurbaşkanından, Sayın Sezer’den ve Sayın Demirel’den farklı mı olacak?.. Biliniz ki  “düzen” değişmedikçe ötekilerden farkı olmayacaktır. Nasıl olsa çabuk gömlek değiştirmeye alıştı bu “bay”lar... Şu  “kökten laikçilerin” baskısından kurtulma ezikliğiyle, “laikçilikte” ve “kamusal alancılık” ta, diğerlerinden bir adım öne geçmesi bile mümkündür.
Türkiye’deki “sorumsuz” etkililerin ve yetkililerin tamamı ABD’yi “stratejik ortak”, AB’ye ne pahasına olursa olsun girme gayretkeşliğini “40 yıllık devlet politikası”, körü körüne Batı taklitçiliğini “çağdaşlaşma” olarak görüyorlar mı görmüyorlar mı?.. Bu sorunun cevabı çok ama çok önemlidir... Gerisi şekilciliktir, yani laf-ı güzâftır...

Yazarın Diğer Yazıları