Solgun bir fotoğraf

Yağmurlu solgun bir fotoğraf belleğimde, altmışlı yılların sonlarından kalma. Hem çok eski hem de çok yeni sanki. Ölüm sığınağı saydığı mezarına yaklaşan o yaşlı adamın vakur yürüyüşü, meydan okuyarak ve silinmez bir anı olarak kafamdaki albümde kocaman bir sayfayı kaplamış duruyor.
Yıllardır bu siyah beyaz fotoğrafın içinde yolculuğa çıkarım zaman zaman. Zayıf, uzun boylu, seksenini çoktan geçmesine karşın dimdik yürüyen sakallı yaşlı adam; arkası dönük, elinde, başındaki kırık fötr şapkası gibi siyah renkte bir şemsiye... Venedik yağmurunda hızla ilerliyor. Amerikalı “faşist” şair Ezra Pound bu. Ömrünün son yıllarını ruhsal dengesi bozuk olarak geçirdiği Venedik’te ve ölümünden biraz önce...
Yirminci yüzyılın edebiyat devleri, şair T.S Eliot’tan Ernest Hemingway’e, İrlandalı romancı James Joyce’a kadar nice romancıyla yazarı şairi edebiyat dünyasına çıkaran o Pound. Aynı Pound, kapitalizme düşmanlığından, vatanı ABD’ye olan “estetik” nefretinden ve ilk şiir kitaplarından birine İtalyan diktatörü Mussolini’nin önsöz yazmasından muzdarip ve suçlu ilan edilmiş. İkinci Dünya Savaşı boyunca Roma Radyosu’nun İngilizce propaganda yayınlarında faşizmi öven konuşmalar yapıp “ABD, Yahudilerin esareti altındadır” deyince, Amerikan ordusu tarafından tutuklanmış...
Bakmayın siz ona “faşist” dediklerine; edebiyat dünyası, Batılı eleştirmenler, Çin dilini bile bilip çeviriler yapan bu yirminci yüzyılın en modernist ama o ölçüde de gelenekçi şairinin şiirini hâlâ çözmekle meşguller.
Ezra Pound Amerikan ordusu tarafından Pisa şehri yakınlarındaki ABD ordu karargâhında özel olarak yapılmış demirden bir kaplan kafesine konup vahşi bir hayvan gibi günlerce dolaştırılmış. Bu kampta, kafeste sonbahar ve kış başlangıcında aylarca kalan şair orada aklını kaçırmış ama bugün yirminci yüzyılın en büyük destansı şiiri sayılan Modern Ulysses’i yani “Kantolar” ı yazmış. Orada, tuvalet ihtiyacını bile içinde gidermeye mecbur kaldığı kafeste. “Ahh, beyaz göğüslü kırlangıç Allah kahretsin!/Başka kimse haber taşımıyor.” sonra ülkesine götürülüp yargılanmış. Bir akıl hastanesinde yirmi yıl geçirmeye mahkum edilmiş. Oniki yıl sonra, ülkenin önemli aydınları, yazarları ve politikacılarının açtığı af kampanyasıyla serbest kalmış. Pound’un mahkeme zabıtları sonradan bir radyo programında yayınlanmıştır. Şair, yargıcın sorularına şiir okuyarak cevap verir. Örneğin “hakkınızdaki suçlamalara ne diyorsunuz” sorusuna kantolarından birini okuyarak cevap verir:
 “Gerçekten zevk alacak mısınız kirletmekten yoksul mezarımı?
Nice nice zevkler dilerim size
ve yardım edeceğim elimden geldiğince.
Göreviniz işte bu, kurtulmak iyi yazarlardan
onları deli eder ya da afallattırırsınız gözlerini intiharlarında
ya da hoş görürsünüz uyuşturucularını akıl hastalığı ve deha adına.
Ama delirmeyeceğim güzel gözleriniz için
sevindirmeyeceğim erken ölümümle sizi, hayır direneceğim
kaynaşan öfkenizle ayaklarımın altında.”
Şair serbest kalınca ABD’den ayrılarak, yine İtalya’ya bu kez Venedik’e yerleşir. Susku içinde geçirdiği, hiçbir şey yazmadığı yılların ardından 1973’te ölür ve vasiyeti uyarınca Venedik’te gömülür.
Sanatçı, yazar ideolojilere hizmet etse de sanatı büyük olanlar, Pound örneği ideolojilere sığmayan soy şairler kalıcı oluyorlar. Nazım Hikmet de öyle değil mi? Kantolar ile Memleketimden İnsan Manzaraları; biri faşist öteki komünist iki şair tarafından zindanda yazılmıştır. Nazım da Pound gibi vatan hainliğiyle suçlanmış ve onüç yıl sonra hapisten, açılan kampanyayla çıkarılmış. Sonuç ne? Ne komünizm kalmış ne de faşizm. Ama onlar adına mahkum edilen Pound ve Nazım öldükten sonra da yaşıyorlar hâlâ...

Yazarın Diğer Yazıları