12 Eylül zulüm dönemi şehitlerine rahmet...

Azîz Okuyucularım, bugün 12 Eylül... Demek ki 12 Eylül 1980 darbesinin yapıldığı, sonrasında denge politikalarıyla özellikle ülkücülerin ezildiği o meşum günün üzerinden tam 27 yıl geçmiş oluyor.
Hepimiz biliyor ve görüyoruz ki 12 Eylül döneminde işkence, zulüm, sürgün ve işten kovulma gibi aşağılayıcı uygulamalara muhatap olan solcu okur - yazarlar, yaşadıkları o aşağılık muameleleri, çileleri, acıları, hatıra, hikâye roman ve senaryolar halinde yüzlerce defa kitaplaştırdılar, filmleştirdiler. Hele hele bu konuda solcular tarafından, gerçek hayat hikâyeleri esas alınarak çekilen filmler, zaman zaman gişe rekorları kırdı. Bu filmleri seyreden, 12 Eylül 1980’de belki dünyada bile olmayan gençlerimiz, seyrettikleri dramlar karşısında gözyaşları döktüler.
Buna karşılık devlete karşı suç işlemedikleri, böyle bir suçlamayı asla kabul etmedikleri, genellikle meşru müdafaa haklarını kullandıkları halde “ABD’nin görevini yapan çocukları” tarafından, “papatya falı metoduyla” en ağır işkencelere tabi tutulan, Marksist - Leninist terör çeteleri tarafından kullanılan diğer bazı saf ve idealist gençlerle birlikte, denge politikaları uğruna darağaçlarına gönderilen, zindanlarda çürütülen, bir kısmı halen çürütülmeye devam edilen; sürgünlerle, zindanlarla yıldırılamayan; açlık - yokluk, sefalet karşısında nefislerini terbiye eden, ancak ömürleri hebâ olan ülküdaşlarımızın yazdıkları ise, bir elin parmaklarıyla sayılabilecek ölçüde az...

’Söz uçar yazı kalır...

Bunun sebebi, Ülkücü Hareket’in “Yusufiye” lerde ömür tüketen çilekeş neferlerinin, bizzat çok sevdikleri bu devlet adına hareket etme iddiasındaki zavallılar tarafından, kendilerine yapılan insanlık dışı işkenceleri ve zulümleri, bu sebeple yaşadıkları aile dramlarını anlatmayı zûl saymalarıdır.
Bu tavır, hassasiyet taşıyan haysiyetli bir tavır olmakla birlikte, zulmün gelecek nesillere anlatılması ve ibretler çıkarılması bakımından yanlış bir tavırdır. Birilerinin yeniden darbeye, işkenceciliğe, zalimliğe heves etmemesi için, o yaşanan insanlık dışı uygulamalar, milletimize bütün ayrıntılarıyla anlatılmalıdır. Eskilerin yerinde ifadesiyle; “Söz uçar, yazı kalır”... 12 Eylül istibdat dönemiyle ilgili edebiyat ve sanat eserleri, gelecek nesiller tarafından incelenirken; “bütün zulmün, işkencenin, haksızlığın sadece solcu-devrimci gençlere ve aydınlara yapıldığı” gibi eksik, hatta yanlış bir netice ortaya çıkacaktır.
12 Eylül istibdat döneminde bizzat yaşadıkları ve şahit oldukları insanlık dışı uygulamaları; muhatap oldukları işkenceler karşısında, kendilerinin ve şehadet şerbeti içen ülküdaşlarımızın olağanüstü iman ve sabırla “dik duruşlarını”, hatıra veya roman olarak kitaplaştıran Zihni Açba’ya, Yusuf Ziya Arpacık’a, Haluk Kırcı’ya, Oğuzhan Cengiz’e, Ahmet Aytaç’a, Yunus Meral’e, Nizamettin Coşkun’a ve isimlerini sayamadığım diğer kalem ve iman ehli ülküdaşlarımıza teşekkür borçluyuz. Elbette sadece bu dostlarımıza değil, bütün ülkücü şehitlerimizle ilgili araştırmalar yapan, antolojiler hazırlayan genç kalemleri, bu hayatları romanlaştıran üstad kalemleri ve okuyucuya ulaştıran yayınevlerini de minnetle anmalıyız.

Sözde hâkim özde mahkumlar

Azîz gönüldaşlarım, evet, 12 Eylül 1980’den önce Türkiye kan gölüne dönmüştü. Bir tarafta ABD emperyalizmine karşı çıktıklarını zannederken, sadece Sovyetler ve diğer Doğu bloğu ülkelerinin değil, ABD gizli servisi tarafından da kullanılan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmayı, Komünist uydusu yapmayı gaye edinen, ellerindeki silahlarla ve kızıl bayraklarla ölüm kusan komünist militanlar... Ve onlar karşısında uyuyan devlete, mazlum millete karşı siper olan, “Tuğ gibi 5 bin şehit” veren Ülkücüler...  Ancak ABD’li “AB” ilerinden darbe yapma talimatı alıp, 11 Eylül gününe kadar yaşananları film gibi seyredenler, Ülkede uzun süreden beri sıkıyönetim ilan edildiği halde 12 Eylül sabahına rağmen yetkilerini kullanma konusunda kıllarını kıpırdatmayanlar, daha sonra kendilerini “şişe tıpası”na bile benzeteceklerdi yaptıkları darbeyi meşrû gösterebilmek için... “darbe şartlarının olgunlaşmasını bekledik” diye, müthiş mi müthiş (!) açıklamalar yapmaktan da geri durmayacaklardı!...
Dostlarım, elbette işkence, zulüm ve diğer yollarla aşağılama, asla ve asla hiçbir insanın diğerine yapmaması gereken, alçak kere alçak bir insanlık suçudur. Bu suçu pervasızca işleyen, bu suçun işlenmesi için emir veren, üstelik “asmayıp da besleyecek miydik” zavallılığıyla itiraf eden kişilerin yargılanamaması da günümüz Türkiye’si için çok büyük bir ayıptır.
O devirde talimatla kalem kıran “sözde hâkim - özde mahkumlar” biliyoruz ki şimdilerde hesap veremedikleri zayıf vicdanlarını rahatlatmak için değişik yollar deniyorlar. Kimi televizyon ekranlarında günah çıkarmaya çalışırken, kimi de “nü” resimler çiziktirerek ve “eyalet saçmaları” atarak gün sayıyor...

’Tek Ülkücü kaldıkça!..’

Kıymetli Ülküdaşlarım, Azîz vatanımız Türkiye’nin dirliği, Müslüman Türk Milleti’nin birliği uğruna şehadet şerbeti içmiş bütün şehitlerimizi, rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş gâzîlerimizi, şanlı ecdadımızı minnet ve rahmetle yâd etmeliyiz. Ancak 12 Eylül Cuntası’nın “tahterevalli politikasıyla” işlettiği darağacı cinnetini asla unutmamalıyız. 12 Eylül dönemi mağduru bütün ülküdaşlarımıza, bütün vatan evlatlarına minnetli selamlar olsun!..
12 Eylül Cuntasının darağacına göndererek suçsuz günahsız şehid ettirdiği ülküdaşlarım, can şehitlerim!..
Selçuk Duracık, Halil Esendağ, Cengiz Baktemur, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Cevdet Karakaş, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kesre!..
İnşallah Başbuğumuz ve bütün dâvâ büyüklerimizle berâber, Cennet-i Âlâ’da, Hz. Peygamber efendimizin sağ yanında durursunuz!.. Ülkücü nesiller, Türk Milliyetçileri ve Müslüman Türk Milleti sizleri asla unutmayacak!.. Allah (cc) hepinize rahmet eylesin!.. Bu Mukaddes Dâvâ yaşadıkça, “Yeryüzünde tek Ülkücü kaldıkça” sizler gönüllerimizde, dûalarımızda olacaksınız!..

Yazarın Diğer Yazıları