Katliamcı Amerika!

Amerika’nın insanlık dışı hareketleri o kadar fazla ki, saymakla bitmez! Bir de kalkmış, bize dil uzatıyorlar! Tam bir rezillik...
Bir süre önce kaybettiğimiz değerli gazeteci-yazar arkadaşımız Şakir Süter “Amerikalılara selamlarımızla” diyerek özel bir Amerika Birleşik Devletleri Savaş Bilançosu çıkartmıştı. Bu, Amerika’nın yaptığı acımasız katliamları anlatıyordu. Türkiye’yi soykırımla suçlayan at gözlüklü Amerikalı parlamenterler oturup kendi soykırımlarını, vahşete varan işgallerini, insanlık dışı katliamlarını düşünmeliler.  Amerika’nın insanlık dışı hareketleri o kadar fazla ki, saymakla bitmez! Bakınız son 109 yıl içinde iki Dünya Savaşı ile Kore Savaşı’nın dışında, Amerika neler yaptı, ne cinayetler işledi?
1898’de Meksika’yı işgal etti, aynı yıl Küba’ya girdi, kanlar ırmak gibi aktı...
1921’de Nikaragua’yı işgal etti. Ulusal Muhafızlar adlı terör örgütünü kurdu, birçok kişiyi vahşice öldürdü.
1945’te Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak 250 bin kişiyi katletti. Bu, dünya tarihinin en büyük facialarındandı. Saldırıda canını kurtarabilen on binlerce kişi de sakat ve hastalıklı kaldı.
1954’te binlerce Guatemalayı makineli tüfeklerle tarayarak öldürdü.
1955’te Endonezya, Laos ve Kamboçya’da kanlı CIA operasyonları düzenledi. 20 yıl sonra yine Kamboçya ve Laos’ta binlerce kıyım yaptı, sel gibi kan aktı.
1956-59 arasında Küba’da 60 bin kişiyi katletti. Çoğu kadın ve çocuk olan sivillerdi...
1965’te işbirlikçi Suharto, bir milyon komünist ve ilerici Endonezyalıyı yok etti.
Yine 1965’te paraşütçülerini indirip 10 bin Dominikliyi acımasızca öldürdü.
1973’te Şili’de CIA’nın düzenlediği darbe ile 30 bin kişi öldürdü. Aynı yıl Arjantin’de 30 bin kişiyi öldürttü, Azrail gibi can aldı.
1975’te Vietnam’dan kovulduğunda, geride milyonlarca ölü ve sakat bıraktı.
1983’te 14 bin deniz piyadesiyle yapılan Lübnan müdahalesinde binlerce Lübnanlı katledildi. Yine aynı yıl, Grenada’yı işgal edip yüzlerce yurtseveri katletti.
1989’da asker çıkarttığı Panama’da 5 bine yakın insan öldürttü.
1991’de Körfez Savaşı’nda Irak üzerine 12 bin sorti yaptı ve yağdırdığı bombalarla çok sayıda sivilin ölümüne neden oldu.
Yıl 2007... Amerika, yalan ve uydurma bahanelerle işgal ettiği Irak’ta zorbalık yapmayı sürdürüyor ve her gün çok sayıda insan ölüyor. Ortadoğu’yu kana bulayan ABD, milyonlarca Iraklıya cehennem hayatı yaşatmaya devam ediyor.
İşte, Amerikalıların marifetleri... Savaş, ölüm ve katliam!
Bir de kalkmış, bize dil uzatıyorlar! Tam bir rezillik, tam bir utanmazlık örneği!
* Rahmi Turan / Hürriyet

Devlet Bahçeli, Tarhan Erdem’i üzmüş
Partisindeki bayramlaşmada sayın Devlet Bahçeli, benim de içinde bulunduğum bir grup hakkında, yanlış bir teşhiste bulunmuş:
“Birtakım çevreler, bazı düşünürler, yazarlar, TV programcıları ‘sınır ötesi operasyonun sonuç vermeyeceğini’ ifade etmeye çalışmaktadırlar. Onların niyetleri bellidir. Onlar, Türkiye’nin aşama aşama bölünmesinde dolaylı katkısı olan, örtülü PKK yandaşlarıdır.”
Baktığım dört gazetede bu cümle aynen yer aldığına göre bu sözler sayın Bahçeli’ye ait.
Ben birkaç kez yazdığımı tekrar ederek başlayayım: ‘Sınır ötesi operasyon’ bana göre de  ‘sonuç vermez’.
Sayın Bahçeli’ye göre benim niyetim ‘Bellidir’!
Belli olan neymiş? Sınır ötesi operasyonun sonuç vermeyeceğini ‘İfade etmeye çalışanların’, ‘Türkiye’nin aşama aşama bölünmesinde’ katkıları varmış, bu kadar da değil, onlar ‘Örtülü PKK yandaşıymış’!
İnsan kendi yurttaşını, bu cümlelerle, bu kadar kolay, hem de bir bayram gününde nasıl suçlayabiliyor? Benim anlamam çok zor!
PKK yandaşlığına gelelim:
Amacınız PKK yandaşları aramaksa, bunlar sınır ötesi operasyon istemeyenler arasında değil, başka yerlerde bulunabilir.
Sayın Bahçeli’ye bir çift sözüm var: PKK, onu anlamsız kılacak politikalarla ufalır, biter; farklı düşünenleri suçlayarak sorunlarımız ne ortadan kalkar ne de çözülür!   
* Tarhan Erdem / Radikal

Böyle bir referandum olabilir mi?
Evet desem de olmuyor, hayır desem de..
Diyorlar ki; hayır dediklerine de evet demek zorundasın..
Ya da evet dediklerine de hayır..
Anlamadınız değil mi?
Ben de anlamadım..
Ne yapalım!..  En iyisi YSK Başkanı’na sormak..
Sayın Başkan..
Ben Anayasa’nın bazı maddelerinin değişmesini istiyorum, bazılarının değişmesini istemiyorum.. Oyumu nasıl kullanacağım.. Evet mi? Hayır mı? El cevap.. Başbakan Erdoğan diyor ki; halkı referandum kültürüne alıştırıyoruz..
İyi de önce çoğunluk partisinin referandumun ne demek olduğunu anlaması gerekmiyor mu? Soracaksan tek tek sor..
Elmalarla armutları yan yana koyma.. Koyma ki neye evet neye hayır diyeceğimizi bilelim.. Dur.. Tam üstüne bastın.. İşte bunu bilmemizi istemiyorlar.. Neye evet dediğimizi neye hayır dediğimizi bilmeyelim istiyorlar...
Yaptıkları şark kurnazlığı.. Öne havuç madde koy.. Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin mi seçmesin mi gibi.. Gerisini sırala.. Karambole gelir..
YSK Başkanı’na bir kez daha soruyorum..
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesiyle..
Toplantı yeter sayısını belirleyen madeninin ne ilgisi var..
Yok mu?
O zaman niye hepsi ayın metinde.. Tek
paket..
Bunun adı referandum değil.. Ne?
Demokrasicilik oyunu..
* Mehmet Tezkan / Vatan


Kaçınılmaz Bir Ödev
AKP, Türk ve belki de dünya tarihinin en çetrefil, hatta en saçma hukuk durumunu yaratan parti olarak Guinness kitabına geçebilir.
Türk hukuk dünyasının en ağırlıklı adlarınca belirtilmiş çeşitli hukuksuzluklarla iyice sakatlanan ve anlamsızlaşan bu duruma kesinlikle son vermenin tek çaresi vardı: Özellikle, yeni Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 21 Ekim sevdasından vazgeçmek. Ama, gün geçtikçe görüldü ki, böyle bir niyet yoktur ve tepeden aşağı yanlış bir gidişte inatla ısrar edilmektedir.
Niçin?
Teknik yönleri şaibeli bir genel seçimle elde edilmiş yüzde 47’lik sonuca böyle zoraki bir halkoylamasıyla sağlanacak daha yüksek bir oran ekleyerek “Arkamızda bunca destek var” deyip olmayacak işlere kalkışabilmek için.
Ayrıca, halkı referandum gibi son derece aldatıcı bir yönteme alıştırıp bundan sonra önlerine çıkacak engelleri bu sözde “demokratik” yoldan aşabilmek için.
Başka sakat girişimler gibi şu son sakat girişim de bu açıdan, yani ülkeyi zorbaca bir rejime sürüklemek açısından tehlikelidir ve mutlaka durdurulmalıdır.
Nasıl, hangi makam ya da kurumca? Şimdiki Cumhurbaşkanı’nca mı? Başvurusu güç ve kararı geç olacak bir Anayasa Mahkemesi’nce mi? Tek adamın peşine takılmış bir parti çoğunluğunca mı?
 “Seçim, oy, oylama ve dolayısıyla halkoylaması” söz konusu olduğunda yetkili tek bir kurum var: Yüksek Seçim Kurulu. Dördü Yargıtay’ca, üçü Danıştay’ca kendi içlerinden seçilmiş yedi yargıçtan oluşan, kimseye hesap vermek durumunda olmayan bağımsız bir kurul. Kuruluşunda böyle bir yetki düşünülmemiş olsa da, mutlaka kullanılması gerekli, ama kimsenin sahip çıkmadığı bir yetkiye bu kurul sahip çıkmayacak da kim çıkacak?
Türk ve dünya hukuk tarihinin en şerefli sayfalarını bu tür sahiplenişleri gururla yerine getirmiş kurumlar ve yargıçlar yazmıştır. Yüksek Seçim Kurulu “Böyle sakat referandum olmaz” diyerek bu gururu paylaşamaz mı? Yüksek Seçim Kurulu herhalde bu tarihsel ödevden kaçamaz.
* Mümtaz Soysal / Cumhuriyet

Hem Saçma, Hem Sakat
Bu hafta sonu referandum ile oylanması gereken anayasa değişikliği, hem siyaseten saçmadır , hem hukuken sakattır, hem de rejim açısından yanlıştır.
Sadece iktidarın kızgınlığını, dayatmacılığını, cehaletini, beceriksizliğini ve kötü niyetini yansıtmaktadır. 
 Seçim sürecinin başlaması için gerekli olan üçte iki çoğunluğa erişemeyen AKP, bunun üzerine bir tepki olarak, “Öyleyse ben de doğrudan halka giderim” anlayışı ile, Abdullah Gül’ün seçimi için bu referandum konusu olan anayasa değişikliğini hazırlamıştır.  Değişiklik önerisinin doğrudan Abdullah Gül ’e endeksli olduğu, teklifteki “on birinci cumhurbaşkanı” ifadesinden bellidir.
Oysa bu referandum yasasının Meclis’te kabul edilmesinden sonra, genel seçimler yapılmış ve AKP, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlaması için gerekli üçte iki çoğunluğun sağlanması adına Meclis’e giren MHP’nin desteği ile Abdullah Gül ’ü cumhurbaşkanı seçmiştir.
Böylece, referandumda oylanacak olan anayasa değişikliği, seçilmiş bir cumhurbaşkanını yeniden halka seçtirmek gibi siyaseten saçma bir hedefe yönelmiştir.
Bu saçmalığın farkına varan, üstelik Abdullah Gül ’ün Cumhurbaşkanlığı’nın da tehlikeye gireceğini gören AKP, bu kez Meclis’ten yeni bir yasa çıkararak, sınırlarda oy verme işlemi ile başlamış olan referandum sürecine karşın, yasanın geçici 18 ve 19’uncu maddelerini kaldırmış ve “on birinci Cumhurbaşkanı” ifadesinden kurtulmuştur.
Başlamış olan bir oylamada, oylar verilirken, oylanan metni değiştirmiş, oylamayı hedefinden saptırmış ve böylece referandumu hukuken sakatlamıştır.
Bir anlamda halka “Sen , ’Evet’veya ’Hayır’de, ben ne için dediğine karar veririm” gibi hukukla, akılla, demokrasiyle bağdaşmayan bir tutum içine girmiştir.  Sadece bu tasarrufu bile referandum oylamasının hukuken iptalini gerektirir.
* Emre Kongar / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları