Lise yıllarımızdaki askerlik kampları

Yeni kuşaklar bilmezler, hatırlamazlar; 1940’lı savaş yıllarında yaz aylarında, lise ve üniversitede, “askerlik kampları” yapılır ve er üniformaları üzerimizde, savaş ganimeti eski Rus tüfekleriyle üç hafta eğitim görürdük. Bu “kamplar” lise ve yüksek okulda,  yıl boyunca her hafta yapılan askerlik derslerinin devamı idi. Askerlik hocalarımız “Kamp Komutanı”  olurlardı. Bizim “kamp” Robert Kolej (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi) kamusunda idi. Galatasaray Lisesinin kampı da  Kilyos’ta, çadırlı idi. İstanbul’da birleşik üniversite kampı da Ayazağa’da  çadırlı olarak kurulurdu. Ayazağa kampında “Ayazağa’da ayaz var ayaz” diye türkü söylerdik!  Bu kampta ilkel açık tuvaletlerin aramızdaki adı  “Kremlindi”... Gereğini yapmak üzere, “Kremline” giderdik!

Komutanlarımız
Robert Kolej kampında komutanlarımız, Kore Kahramanı, önce  Albay, sonra General Tahsin Yazıcı ve Binbaşı Esat Can’dı... 
İkisi de güzel ve Rumeli şivesiyle konuşurlardı. Tahsin Yazıcı Kurtuluş Savaşını anlatırken,  “Ferdasi cüni (ertesi günü)” derdi. Esat Can, o sırada komutanı olduğu, Kağıthanede konuşlanmış Fransız Renault tanklarından oluşan tank birliğine, savaş dolayısıyla “askere alınmış” özel bir otomobille gelirdi. Her vesileyle, gene Rumeli şivesiyle; “Benim adım Esat Can! Bu vatan için anamı da, babamı da, çocuklarımı da çeserim” derdi.
Ellerimizde eski, miadı dolmuş Rus tüfekleri ile, bir Başçavuşun emrinde talim yapardık...
Bir sabah Binbaşı Can, Kolejin futbol sahasında, içtimada, yoklama yaptıktan sonra silah çattırdı. “Sağa dön, birerle kol, istikamet deniz marş marş...”  komutunu verdi ve birerle kolda rıhtıma doğru koştuk. Deniz kenarına vardık ve durduk. Oraya bizden önce, otomobiliyle gelmiş olan Komutanımız gürledi; “Ben size dur emri verdim mi?..”    Hepimiz üniformalarla denize atladık. Aramızdaki Musevi asıllı bir arkadaşımız  yüzme bilmiyordu. Can havliyle kolunu su üstünde tutmaya çalışırken “Satim (saatim) gitti, satim gitti” diye feryat ediyordu!
Komutan bize emirlere kayıtsız şartsız itaat etmeyi öğretmek istemişti. 
Tahsin Paşa ile daha sonra Yassıada ’da, aynı koğuşta buluşacaktık!  DP milletvekili olarak o da oraya “tıkılmıştı”. Bir gün süngülü bir er onu önüne katmış,   “Tahkikat Komisyonu” nda  soruşturmaya götürürken,  kuytu bir yerde durmuş, silahını duvara dayamış; “Sen Kore kahramanısın, ver ellerini öpeyim” diyerek Paşanın ellerine sarılmış. Paşa bunu daha sonra koğuşta bize anlatırken, gözlerinden yaşlar akıyordu.
Galatasaray misis kampına dair hikâyeler de var:  Kampın komutanı, zamanın Galatasaraylılarının sevgilisi Laz Fehmi’nin gece çadırları teftiş ederken: “Kimdir bu çadırın komutani, söndürin o mumi” demesi yıllarca dillerden düşmedi!
Bit korkusu
O sırada tifüs salgını ve bit korkusu vardı. Akşamları, Rumelihisar’ında kaldığımız Madam Lüsi’nin pansiyonunda, “Macar” dediğimiz  “bit” muayenesi yapardık ve hafta sonları vapurla Büyükada’dan üniformalarla kampa dönerken, oturacak yer bulamayınca “Sende kaç bit çıktı... Bende iki çıktı...” diye konuşur, etraftakileri kaçırır, yerlerine biz otururduk!
 Kamplar bize askerliği ve emre itaati
öğretti! 
Keşke, bu kamplar hiç kaldırılmasaydı ve asıl şimdi yapılsaydı!


Bir Fıkra
Çanakkale Savaşı’nda bir batarya komutanı Arap asıllı, kibar bir Yüzbaşıymış... Düşman donanması görününce komut vermiş; “Birinci top ateş” diye...  Ama top ateş almamış. İkinci, üçüncü toplar da!  Yüzbaşı bataryaya dönmüş; “Reca ederim beyler, ayıp oluyor, düşman bekliyor!..” demiş

Karagöz kolleksiyonundan
10 Haziran 1931 sayısı: 
Derginin Başlığı : “Para yok ama boyuna apartman yaptırılıyor”
 Karikatürde, arka planda inşa halinde bir apartman görülüyor. Hacivat da bakıyor. Ağlayan ‘zengin’ Karagöz’e dert yanıyor;  “Para yok, iş yok, alışveriş yok a Karagöz çelebi! Sermayeyi, taşa toprağa verip, iki yüz bin liraya şu apartmanı yaptırıyorum... Hu, haha hu!” 
Karagöz cevap veriyor: “Vay gidi şaklaban vay, kırk yıldır kira köşelerinde sürünüyorum da gık demiyorum. Sen ne ağlıyorsun? Ver o mendili de biz ağlayalım, yahu!”


ÖZDEYİŞ

 “Ben bugünlere, meseleleri, mesele
yapmamakla geldim”   

* İhsan Sabri Çağlayangil

Yazarın Diğer Yazıları