Askeri baskına uğramış ülkede siyaset manzaraları

Askeri kaçırılmış bir ülkenin Başbakanı referandum sonuçlarıyla övünmezden önce, sorumluluk alanı içine sızan ve kendisine bağlı devlet güçlerine ateş açan  düşman kuvvetleri karşısında ne yapacağını düşünür, hiç zaman kayıp etmeden anında cevap verirdi.
Aynı şekilde sınır boylarında askerleri şehit edilmiş, milli varlığına kurşun sıkılmış bir Başkomutan, devletin kendisine verdiği uçağa atlayarak Kayseri’ye gidip oy kullanma hesabını bir kenara koyar, derhal meseleyi masaya yatırır acil kararlar alır, gerekirse Kuzey Irak’ı yangın yerine çevirirdi.
Bitmedi.
Askerleri kaçırılmış, ordusu pusuya düşürülmüş bir Başkomutan, terör yandaşlarını Çankaya’ya çağırarak görüş almayı bir kenara koyunuz, böylelerinin topunu o saat, o dakika derdest ederdi.
Canları vurulmuş bir ülkenin, etkin Meclis Başkanı itidal çağrısı yapmak, demokrasi nutukları çekmek yerine, acil olarak meclisi toplantıya çağırır, ülkenin milli menfaatlerini koruyacak, başta Habur kapısı ve elektrik olmak üzere İncirlik’e anında müdahale kararı alırdı.
Başka?
Sorumluluk bilinci hassas olan devlet yöneticileri hemen uçaklarını göğe yükseltir, Barzani denilen bölücünün tepesinde hiç olmazsa bir tur atarak, Türk’ün istediği takdirde tepelerine nasıl bineceğini gösterirdi.
Ondan sonra?
Bu dakikadan sonra istediği kadar ve istediği biçimde herkesle görüşür, Condeleezza Rice denilen hanıma beklediği cevabı göğsünü gere gere cevap verirdi.
Bunların hiçbirini yapamadık.
Nasıl yapalım?
Bu soruya içeriği dolu bir cevap verebilmek için öncelikle milli bilinç ve sorumluluk kavramlarının hükümet nazarında nasıl algılandığını bilmek gerekiyor ki, bunu politik davranışlara bakarak gözlemliyoruz.
2003 yılının bahar aylarının birinde Dubai’de, ABD ile 8,5 milyar dolar karşılığında Irak’a girmeyeceğine dair söz verdiği dillere dolanan bir hükümetin, bizim söylediğimiz anlamda Türk milletinin onurunu koruyacak politika üretmesini bekleyebilir miyiz?
Dubai anlaşmasının imzacısı olduğu uzun süre tartışılan birinin, Başmüzakereci sıfatıyla Türkiye’yi temsilen Irak’a giderek burada ülkesini bölmekle ünlendiği için, ABD tarafından devlet başkanlığına getirilen biriyle yaptığı anlaşmayı ciddiye alabilir miyiz?
Alamayız!
Ülkesini bölmekle ünlenmiş, bunun için çeşitli ülkelerle işbirliği sabit olan Irak devlet yöneticisinin, Irak halkına ihanetten gayrı vereceği bir şey olmamasına rağmen halen daha, önemli biri kabul edilerek ikili anlaşma yapılmasına ne buyurulur?
Kaldı ki Türkiye Dışişleri Bakanı olacak zatın, gerek tarih bilgisi ve gerekse stratejik yönetim bilgisi tartışılır olduğu halde, O’nun Irak’taki kukla yönetime gönderilmesine ne denilir?
Pekiii, dış ticaret açığı 400 milyar doları bulduğu halde kılı kıpırdamayan bir devlet ve hükümet yöneticisinin yan çizmenin dışında yapabileceği hangi yiğitlik vardır?
Hiç!
İşte şimdi anladınız mı Türkiye’nin ne hallere niçin getirildiğini.
Ben merak ediyorum; benim ülkemi yöneten ve kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan bu arkadaşların, namaz kılıp alnını secdeye koyduktan sonra sıra dua etmeye geldiğinde Allah’a söylediğini, Allah’a yöneldiklerinde mesela aklına Amr Bin As gibi kahraman sahabeler geliyor mu acaba?
Ya Hz. Peygamber tarafından ordusu övülmüş Türk Fatih Sultan Mehmet?
Yavuz Sultan Selim’in askerlerini vurmuş bir çapulcu sürüsü düşünün. Varsayın ki Mohaç’a doğru kaçıyor. Sizce Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan gibi mi yapardı? Yoksa tepelerine biner Avrupa’yı kökünden sallar mıydı?
Kendi durumlarının ve acziyetlerinin ezikliğini duyup da hiç olmazsa şehitler ve gaziler adına utanıyorlar mı dersiniz? Eğer öyle olsaydı emin olunuz, toplumsal diriliş ve direniş çabalarını RTÜK aracılığı ile yasaklamak istemez, milli duruşu ayıplamazlardı.

Yazarın Diğer Yazıları