Kimse ne dediğini bilmiyor!

Türkçe’yi çok iyi bilen pek çok yazar, Meclis İnsan Hakları Komisyonu, milletvekilleri, işadamları ve daha niceleri PKK’nın  “rehin aldığı”  askerler için  “esir”  diyor, biz de bu gaflet ve lâkaydiliğe  “insaf”  demek zorunda kalıyoruz.
Bir ülke askerinin “esir alınabilmesi” için karşısında “savaş halinde bulunduğu bir devletin” olması gerekir. Her kim PKK’nın eline düşen bir asker için “esir” diyorsa o kişi, hukuken Türkiye’nin ve bütün dünyanın “terör örgütü” olarak kabul ettiği PKK’yı, “terör örgütü” olmaktan çıkartmış, “devlet” statüsüne kavuşturmuştur. Yine ısrarla, hatta kasıtla kullanılan diğer bir kelime ise “gerilla” dır. Sen terör örgütü mensubuna yani Ankara’da bir iş hanını havaya uçurarak bir ilçedeki bir mahalle nüfusu kadar Türk vatandaşını öldüren ve yaralayan biri ve onun arkadaşlarına “gerilla”  dersen, sen o câniyi “terörist olmaktan” çıkartmış, “vatanını müstevliden kurtarmak için savaşan bir kahraman” makamına terfî ettirmiş olursun.
Yani PKK’nın “rehin aldığı” askere “esir” diyen de, PKK mensubu birine “terörist” değil de “gerilla” demeyi tercih eden de farkında olarak veya olmayarak terör örgütünün bütün cinayetleri ve diğer her türlü faaliyetine de meşruluk atfetmiş demektir. Her  “kelime” her  “kavram” vatanın taşı toprağı kadar önemlidir ve bunun önemini bilen emperyalist Batı kendine ait kelime ve kavramları sürekli ve ustalıkla askeri, ekonomik ve siyasi olarak fethedeceği öteki ülkelere aktarır, kelime ve kavramlarla ilk adımlarını önce zihinlere atar ve işgale oradan başlar. Gündemdeki terörünün temelinde de, daha ortada PKK ve hatta PKK’nın temeli ASALA bile yokken Türkiye’yi Amerika’dan kopan bir çekirge sürüsü gibi işgal eden “Barış Gönüllüleri”  yok mudur!
TRT’de yıllarca  “Küçük Ev”  diye bir dizi oynadı. Dizi o kadar etkileyiciydi ki, bütün Türk ailesini ekran başına topluyordu amma aslında yapılan   “misyonerlikten”  başka bir şey değildi. Gerçi kimse  “Küçük Ev” i seyrettiği için Hıristiyan olup kiliseye gitmedi amma o diziyi seyreden altyapıdan mahrum Müslümanlar  “Allah Baba” demeye başladı, yani bilerek bilmeyerek, imânları ellerinden gitti de farkına bile varmadılar.
Ve aradan yıllar geçti, çocuklarımızın haçlı kolye ve küpeler takması sıradan hale geliverdi. Sen filmlerinde kendi imamını hiçbir şeyden anlamaz, kirli sakallı, konuşması kaba, dişleri sarı, hin biri olarak gösterir, dinini 1400 yıl ötede kalmış gericilik olarak aşağılar ve fakat 2000 yıl öteden gelerek bir olan Allah(c.c.)’ı üçe çıkaran tahrif edilmiş Hıristiyanlığın papazını sevimli, herkesin iyiliği için çırpınan biri olarak gösterirsen, işte böyle farkında olmadan değişir, dönüşüverirsin.
İş bu noktaya gelince en kritik milli müesseselerin Haçlıların eline geçmesi, yabancıların vatanından plânlı toprak satın almaları, meselâ İsrail’in GAP’a yerleşerek Arz-ı Mev’uda her gün bir adım yaklaşması senin için hiçbir anlam ifade etmez. Makamın, tahsilin, ne olursa olsun bu halinle sen tam da emperyalizmin istediği kişisindir artık.
Örnek mi?
O kadar çok ki.. 
Mesela Tansu Çiller, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak İsrail’i ziyaret ettiğinde,  “Arz-ı Mev’ud’da bulunmaktan çok mutluyum” diyebilmiştir. Bu Siyonist bir Yahudi’nin, bu İsrail hükümetinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanından duymak için milyar dolarları gözünü kırpmadan verebileceği bir cümledir, çünkü “Arz-ı Mev’ud” tanımının içinde Türkiye Cumhuriyeti topraklarının en az üçte biri vardır.
Her kelime ve her kavramın tarihî bir derinliği ve geleceğe ait bir ruhu olduğunu bilmeyen adama, kendi eliyle kendi kalbine bıçağı işte böyle saplatırlar..
AKP’li Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı dinlerken, “Al işte bir tane daha” demekten kendimizi alamadık. “Aydın, aykırı düşünen”  diyordu Ertuğrul Bey. Çünkü millete böyle empoze edilmişti. “Aydın mı olmak istiyorsun?” cevabın “Evet” ise,  “Aykırı düşüneceksin!”  İlle de, aykırı ha.. Bu tanıma göre hiçbir milliyetçi  “aydın”  olamaz, hiçbir Mümin de aydın sınıfına girmez, giremez.
Aykırı, yani yıkıcı...
Oysa  “aydın” , bilen ve söyleyebilendir. Onun aykırı yahut paralel olmak gibi bir endişesi yoktur, onun derdi,  “Hakikatin bizzat kendisi” dir.

Yazarın Diğer Yazıları