Nasıl bu hale geldik?

Sayın okurlarım bugünkü, yazımın başlığını ve konusunu yazarlarımızdan Abdullah Özdoğan kardeşimizin beş gün önceki makalesinden aldım. Toplumumuzun içine düştüğü, bize yakışmayan, tutum ve davranışlarından örnekler vererek nasıl bu hale geldiğimizi soruyor. İnsanlarımız böylesine gamsız, bencil, hissis, duyarsız, vefasız, saygısız, mazisinden kopuk muydu diye dert yanıyor.
Bu köksüz yaşantıdan toplumumuzun kurtulma tedbirlerini de herhalde bizlere bırakıyor. Aslında,  “Biz böyle değildik”  diye haykıran bütün muhafazakâr Türk Milliyetçilerinin bu konuda hassasiyetleri mevcuttur.
Seksen yıl önce, yetişkinlerimiz bu kadar kederli, gençlerimiz de bu kadar umutsuz mu idi? Her türlü mahrumiyete katlanarak Avrupa’nın bütün istilacı güçlerini denize döken onbeş milyonluk Milletimiz, bugün türlü sebeplerle özelliklerini yitirmiş yetmiş milyonluk topluluğumuzun köksüzlüğünden Özdoğan kardeşimiz de şikayet ediyor; “Yüzlerce savaştan alnıı açık çıkan, bin atlı ile en büyük orduları yenen biz değil miydik? Bugünkü gibi çaresiz ve duygularımızda samimiyetsiz mi idik? Yere düşen ekmeği üç kere öpüp alnına koyan, biz değil mi idik? Peki biz bu hale nasıl geldik? Görüntümüz yalan mı, kandırıldık mı? Yoksa, ihtiyacımız olan kudret damarlarımızdaki asil kanda halen mevcut mu? Yoksa Çanakkale’de düşmana kurşun atanlar, kendinden üç misli ağırlıktaki mermiyi taşıyanlar bu işleri ’çek-senet davası’ veya ’teşvik primleri’ için mi yaptılar? Özetle biz böyle mi doğduk, sonradan mı böyle olduk? Biz nerede kırıldık, nerede saptı hayat ve varlık çizgimiz? Toprağımıza düşman olanlar bu kadar çok muydu dün de? Ve nasıl uyanamadık? Biz aslında biz değildik de yoksa masallara mı kandık?” diyor.
Evet... Çıkın bakalım işin içinden. Bu listeye hepimiz iştirak ettiğimiz gibi, bizlerin de günlük hayatımızdan ilaveler yapacağımız konuların olduğu bir gerçektir. Neticede, bizi bu hale getiren en sorumlu müesseselerimizin tespitinde herhalde birleşiriz; Suçlularımızın başında  “Eğitim sistemimiz ve eğitimcilerimizin yetersiz uygulamaları” - “Yazılı ve sözlü basının ihanete varan davranışları” - “Aile yapımızdaki yabancılaşmalar” - “Çok partili sistemin devlet yönetimimize yerleştirdiği israf ekonomisine dayalı telafisi imkansız zararlı uygulama alışkanlıkları...”  gelmektedir.
Yavrularımızın arzu ettiğimiz vasıflarda yetişmelerini sağlayacak belirli sosyal müesseseler hiç şüphesiz aile-mahalle ve okuldur. Son otuz yıldır sosyal konuların bütününde, arzu ettiğimiz sonuçlara ulaşamadığımız ve hassasiyetlerimizin büyük bölümünden habersiz hale geldiğimiz, maalesef bir gerçek olarak karşımıza çıkmıştır. Otuz yıl önce,  “Öğretmen Meslek Okulları” nın kapatılması, öğretmen mesleğinin özelliklerinin kaybolmasına sebep olmuştur. Yavrularımız bu uygulamadan sonra, mesleki bilgilerinden yoksun görevliler tarafından yetiştirilerek, yarış atları gibi imtihanlara ve kurslara koşar olmuşlardır. Öğretmenlik mesleği  “Kazanç Kapısı”  haline gelmiştir.
Yazılı ve sözlü basınımız, sermayenin esiri olduğu için, israf ekonomisini özendirmekle, yerli malı kullanmaya yardımcı olmamakla, Türk kültürüne hizmet yerine, yabancı kültür tellallığı yapmakla, dilimizin korunması için tedbir almamakla toplumumuzun eğitimine, sağlığına ve ekonomisine hiçbir katkı sağlamamakta, tele-vole kültürünü egemen kılarak, soytarılık yapanları  “sanatkâr”  olarak takdim etmekle meşgul.
Çok partili sistemin zararları ise, saymakla bitmez; Otuz yıldır Devlet kadrolarını rey avcılığına alet ederek artırmışlar ve doldurmuşlardır, müesseseleri yönetecek yeteneğe sahip olmadıklarından Devletimizi borçlandırarak asli görevlerini, reklam aracı olarak kullanıp halkımızı kandırmışlardır.
Sakın “Nasıl bu hale geldik?”  diye düşünürken, ümitsizliğe kapılmayınız. Çünkü bu Millet sıkıştığı zaman yine, yeni Mustafa Kemaller çıkarır.
Tanrı Türkü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları