Altmış dokuz yılda...

Mustafa Kemal Atatürk öleli, 69 yıl olmuş ve bakın, bu sürede nereden nereye  “dönmüşüz” ! Sanki film geriye sarılmış ve  “zaman makinesi” bizi ileriye götüreceğine, 1938’den çok daha gerilere götürmüş. Bugün olanlar, iktidarda bulunanlar, Cumhuriyetin  “altın yıllarının”  ve  “insanlarının”  tam tersi!
 Bugünlere bakarak, bu son yıllarda neleri kaybettiğimiz, daha iyi anlaşılıyor! Ve sorular; Nasıl oldu da  “olamaz”  dediklerimiz hep oldu- oluyor? Ve bu kadar Atatürk ve ilkelerine düşman 2. Cumhuriyetçi nasıl türedi, üredi?

Heykeller ve resimler

Bazı cahil yabancılar ve içimizdeki bazı gafil profesörler,   “Türkiye’nin her meydanında, niçin böyle Atatürk heykelleri, her duvarda resimleri var?”  diye soruyorlar ve bunu yadırgıyorlar. Aslında sadece bu, başka ülkelerde hiçbir devlet adamına nasip olmayan bir ayrıcalık, özellik! Mustafa Kemal’in ne kadar büyük ve eşsiz bir insan olduğunu gösterir. Atatürk’ün resimleri, heykelleri bunca yıl sonra, hâlâ meydanlarda ve duvarlarda ise, bu devlet ve kanun zoruyla değildi... Diğer devlet adamları gelip geçmişler ama Mustafa Kemal, sadece duvarlarda ve meydanlarda değil, minnettar milletinin kalbindedir!  Hamaset yapmıyorum. Gerçeği söylüyorum!  
Atatürk, hiç şüphesiz dünya tarihindeki ender devlet adamlarından biri, belki de en büyüğü idi. Bunu ben, biz söylemiyoruz; tarihçiler söylediler- söylüyorlar.

Büyük komutan,büyük deha

O, hem büyük bir komutan, hem de engin vizyonu olan bir devlet adamı idi. Her yaptığında ve söylediğinde, bunun kanıtları vardı. Hatta bugün şu bağlamda olacakları ve olanları  “gaflet dalalet ve ihanet sahipleri,  Cumhuriyet düşmanları”  olacağını da görmüş ve incelikle uyarmıştı. Ama Cumhuriyeti, gençlere emanet ederken işlerin bu safhaya kadar geleceğini tahmin etmemişti! Kendi kendimizle vicdan muhasebesi yaparak sormamız gerek; O’nun emanetine, tümüyle sahip çıkıyor muyuz? Umutta, sözde, gerçekte ve özde?

Umumi vaziyet ve manzara

Eğer gerçekten sahip çıkıyorsak, şimdi  “umumi vaziyet ve manzara” neden böyle? Nasıl oldu ve oluyor da bugün, iktidarda O’na ve ilkelerine hiç de bağlı olmayanlar var? O’nun  “Çankaya’sı”  nasıl  “Gül-hane”  oldu ve bugün orada, geçmişte söyledikleriyle Atatürk’e, Atatürkçülüğe,  “laik”  Cumhuriyetine, asla sadık olmayan, eşinin başı türbanlı-tesettürlü bir Cumhurbaşkanı var?  “Olamaz” dediklerimiz nasıl  “oldu” ! Hatayı-hataları, nerede yaptık? Tam bugün, beylik ve klişeleşmiş, sözde  “Atatürk sevgisi”  sözlerini tekrarlayacağımıza, vicdan muhasebesi yapmamız gerekiyor! Göreceksiniz; bugün 10 Kasım 2007’de, Atatürk’ten nasiplerini hiç almamış olanlar, O’na söz rüşveti verecekler ve  “sözde”  O’na bağlılık takiyeleri yapacaklar, methiyeler düzecekler ve Anıtkabir defterine  “bağlılık andı”  yazacaklardır... Ama asla şüphem yok ki -ve inşallah ben görmem- zamanla bu  “antları” gevşeyecek ve hatta  “Anıtkabir”  Genelkurmayın muhafazasından çıkarılıp, Etnografya Müzesi olacak, kitabeleri de Hitit yazıtları gibi kalacak,  “defteri de”  bu müzenin vitrininde duracaktır! Engel olunmazsa gidiş bu gidiştir!
Atatürk  “Hangi millet vardır ki, kalkınmasını yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yapsın!..”   diye sormuştu? AKP iktidarı  “Kopenhag Kriterlerine”  göre yapmakta!
Onun yaptıklarını, dehasını, eserlerini, unutulmaz sözlerimi tekrarlayacak değilim... Bu, bugün inananlar ve inanmayanlar tarafından bol bol yapılacak. Ama hele şu bağlamda koca Türk devletinin Başbakanı Washington’a gidip, ABD Başkanından kendi güvenliğini korumak için, icazet bekliyorsa... Daha da önemlisi, 1926’da ve sonrasında Mustafa Kemal’in, başı açık hanım ve geç kızlarla, Cumhuriyet balolarındaki çağdaş görüntülerinin yerine, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların eşleri, Müslüman ülkelerin, devlet adamlarının başı açık eşlerinin yanında tesettürlü, türbanlı görüntüleri varsa, demek ki “kokuşmuş” bir şeyler var ülkemizde! Atatürk döneminde o ülkeler laik ve çağdaş Atatürk Türkiye’sini örnek almışlardı. Şimdi bizim için  “örnek” ne?
Aslında ben, çok mutlu bir insanım... O’nu yakından gördüm bana, aile arasındaki ismimle  “Demir, gel buraya çocuk”  dediğini duyar gibiyim! Ve hatta yaramazlık yaptığım için tokadını da yedim. En büyük hazinem, çalışma odamın duvarında, O’nun babamla, anamla ve evimizin bahçesinde çekilmiş fotoğrafları ortasında asılı duran, çerçeveli bir hatırası. 1937’de, Hatay bunalımı esnasında, ben 13 yaşımda iken yazdıklarımı, Atatürk elleriyle düzeltmiş.. Altına da,  “Okay DK”  yazmış. Yazılarımda emperyalistlere, Fransa’ya meydan okuyor ve Türklerin asla esir olamayacağını söylüyorum... Ne değişti ki? Gene soruyorum; nerde hata yaptık ve hatanın neresinden, nasıl döneceğiz? Kusura bakmayın, ben böyle, bu kadar karamsarım, çünkü O’nun  “altın devrinde”  yaşamış, nimetlerinden yararlanmış bir kuşağın ve O’nu yakından görmüş insanların sonuncularındanım. Ve sonra da, Dolmabahçe Sarayı’ndaki tabutunun önünden, ağlayarak geçmiş öğrencilerden, biriyim! Ve şimdi, uzatmaları oynarken, kahroluyorum! Bu satırları yazmayı yeni kuşaklara karşı görev biliyorum! 

Babamın acısı
1919’dan ölümüne kadar Atatürk’ün yanından ayrılmamış olan babam, 1954 yılına benim yayınladığım  “DEVİR”  dergisinin, 10 Kasım sayısına yazdığı yazıda, şöyle diyordu:  “O’nun öldüğüne inanamıyor ve her sabah olduğu gibi, beni yanına çağırmasını bekliyorum... Düşman ordularını mağlup eden O, kudretli, dinç adam, nasıl oldu da ölümün pençesinden kendini kurtaramadı... Esasen sonunda, yalnız ölümü yenemedi... Ölüm yaklaştığı halde O, hâlâ metanetini muhafaza ediyor ve ölümden hiç korkmuyor. Beşuş çehresiyle, bizleri teselli ediyordu.”
Ben eminim; rahmetli babam şimdi, sevgili Atatürk’ün yanında ve hizmetindedir. Ben de Babam gibi!

Yazarın Diğer Yazıları