Toprak-mal-mülk denince

Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile uygulamasından ve 1977-79 Anlaşmalarının öngördüğü  “iki kesimlilik”  de kabul edildikten sonra Kuzeye yerleşen insanlarımıza tahsis edilen emlâkın statüsü hakkında tartışmalar devam edip gitmektedir. O günlerde bizim görevimiz halkımızı bir an önce üretken hale getirmek ve Kuzeyin ebediyete kadar yurdu/vatanı olacağı garantisini vererek geleceğe ümitle bakmasını sağlamaktı. Güneydeki mallarının tapusunu hükümete (ileride bir takas ve tazminatlar konusunda kullanılmak üzere) eş-değer karşılığında devretmek kaydıyla kendilerine tapu vermenin altında bu siyasi yaklaşım yatmaktaydı. Bu konular siyasi anlaşmada ele alınıp halledilecek konulardı. Bu gün geriye baktığımda ve insanlarımıza tapu verilmemiş olsaydı ne yaparlardı sorusunu sorduğumda, bugün gördüğümüz inkişafın, yatırımların ve ilerlemenin yüzde birini bile göremeyeceğimiz sonucuna varmaktayım. Çünkü kimse kendisine  “tahsis olarak”  verilen ve kendisinin olup olmayacağını bilmediği emlake yatırım yapmayı düşünemeyecekti.
Rum tarafı uzlaşmadan yana olmadığı için bu konularla ilg ili her öneriyi reddetmiş ve kendi insanlarına  “geri gitmenizi sağlamayan bir anlaşma asla imzalanmayacaktır” sözlerini vererek işi yokuşa sürmeyi yeğlemiştir. Takasa yaklaşan insanlarını da tehdit etmekten geri kalmamıştır. Hâlâ aynı oyunu oynamaktadır. Birdenbire bu konuları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürerek Türkiye aleyhine -siyasi içerikli- kararlar alma becerisi de konuyu büsbütün çıkmaza sokmak içindi. Şimdi AİHM’in baskısı ile Türkiye’nin bir alt kuruluşu addedilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türkiye’nin sorumlu olduğu bir alt komisyonun kurulmuş olması da meseleye tüy dikmiş oldu. Bütün bu yargı safhasında ve komisyonun kuruluşu için yapılan görüşmelerde “toprak-mal-mülk” konusunun iki taraflı bir konu olduğunu kabul ettirememiş olmamız ve nüfus mübadelesi ile 1977-79 anlaşmalarının ışığında her iki tarafın hakkını koruyacak şekilde bir yaklaşımın elde edilememesi üzücü olmuştur. Şimdi, Rum tarafında Türk malları satılıyor veya el altından kapışılıyor endişesi başlamıştır. Bazı insanlarımızın, eş değer karşılığında mala, mülke sahip olduğu halde, hükümete vermiş olduğu tapuyu  “unutarak”  Rum tarafındaki emlakini Rumlara sattıkları da bilinmektedir.
Aşikârdır ki mal-mülk meselesi tatminkâr bir şekilde halledilmedikçe siyasi meseleyi halletmek mümkün olmayacaktır. Bu nedenle bu konuda karşılıklı anlayışa ihtiyaç vardır. Rum hükümeti kendi insanlarını serbest bırakmış olsaydı bu konunun yüzde sekseni bu güne kadar halledilmiş olacaktı. Ancak hayal aleminde yaşamayalım. Rum hükümetinin uzlaşmaya ihtiyacı yoktur ve “meşru hükümet”  olduğu inancı devam ettirildiği sürece de olmayacaktır. Ancak bu konuda tek taraflı kârlı çıkmak konumundan ve AİHM’ye müracaat lüksünden mahrum edilmek suretiyle hizaya getirilebilir.
Nasıl mı? Rum tarafından alacağımız tüm tazminatların bir listesini hazırlayarak dünyaya duyurmak suretiyle. Bunca cinayet ve insan hakları ihlâli yanlarına bırakılmamalıdır. Buna, Türkiye’nin Yunanistan aleyhine açabileceği “savaş tazminatı”  da dahil edilmelidir. AİHM’i ve tüm ilgilileri de “hizaya getirmek” babında  tek yanlı çalışan toprakla ilgili karma komisyon da faaliyetini “Türk tarafının alacakları da kesinleşinceye kadar” durdurmalıdır. Rum idaresi “Türklere verilecek tazminatı siyasi anlaşmaya” bağlayan bir yasanın arkasına saklanmaktadır. O halde bizden (Türkiye’den) talep ettiği tazminatlar da siyasi anlaşmadan sonraya ertelenmelidir. Güneydeki Rumlar şu veya bu şekilde Türklere ait emlâki kullanıyor veya satıyorlarmış. Hesabını vereceklerini bilmeleri durumu dengelemek için yeterli olacaktır düşüncesindeyim. Rahatlıkları, attıkları her adım karşısında eş-değerde karşı adımı atmayıp  “müzakerelere yumulmuş” olmamızdan ve ABD ile AB’ye şikâyetle yetinmemizdendir.
Bu konularda düstur “yapana yapmaktır”. Meydanı boş bırakmamaktır.  

Yazarın Diğer Yazıları