Kaçırdığımız büyük fırsat (!)

Türk Dünyası’nı altı asır boyu sömüren ve Türkiye Cumhuriyetimizi her fırsatta tehdit eden Sovyetler Birliği’nin Marksist rejimi ile birlikte 1990’da çökmesi üzerine, Türk Cumhuriyetleri’nin adedi ikiden yediye fırlamıştı. Büyük Bozkurt M.Kemal’in yetmişbeş yıl önce söyledikleri oldu. Sovyetler Birliği dağıldı ve soyu bir kardeşlerimizin büyük bölümü hürriyetlerine kavuştu. Diyarbakır’lı Türkçü Ziya Gökalp’ın, “Rusya yıkılıp viran olacak, Türkiye büyüyüp Turan olacak.” duası da kabul olmuştu.
Türk Milliyetçileri de o yıllarda “Bu çarkı döndür ya Rabbi, biriz! Hepimizin yüzünü güldür ya Rabbi” diye dualarını tekrarlayarak Türk dünyası ile karşılıklı hasret giderdiler. Koşa koşa Onlara gittiler ve Onları da yurdumuza davet ettiler. Hayalleri gerçekleşen mes’ut insanların sevincini yaşadılar.
Yeni oluşumun içindeki kardeş Türk Cumhuriyetlerinin liderleri de, özlenen bir duygu ile, bakınız bizlere o yıllarda neler söylediler;
Kazakistan Devlet Başkanı; “-Sahip olduğumuz tek model Türkiye’dir” -Elimizdeki nükleer güç, Türk Dünyası için teminattır. Türk Dünyasının emrindedir.,“-Türkiye, bütün dünyadaki Türkler’in umut kapısıdır.” Kırgızistan Devlet Başkanı; “-Türkiye Cumhuriyeti, Türk Halkları için yol gösteren bir çoban yıldızıdır, Bizim bağımsızlığımızı tüm Türk halklarının merkezi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıması çok sevindiricidir.” Özbekistan Devlet Başkanı; “-Tüm dünyaya Ülkemin Türkiye’nin izlediği yolda ilerleyeceğini ilan ediyorum. Bu sandıkta size kalplerimizi sunuyoruz, ne zaman isterseniz açın alın.”  “-Ben ömrümün bundan sonraki bölümünü Türk Birliği’ne adadım.” Türkmenistan Devlet Başkanı; “-Bir Türk Federasyonu mu? Neden olmasın? Bunda korkulacak bişey yok. Türkiye geleneklerini koruyarak gelişmiştir. Türkiye’nin tecrübesinden yararlanmak istiyoruz.” Azerbaycan Devlet Başkanı, büyük Türkçü Elçibey, az ve öz söyledi; “Bir millet iki devlettir.”
İşte bundan on yedi yıl önce, sahip oldukları enerji kaynakları ve stratejik özelliklerine ek olarak büyük ekonomik potansiyelleri ile meydana gelen yedi Türk Cumhuriyeti’nin yöneticilerine düşen görev, “Türk Girişimciliği Ruhu”  ile yeni ve güzel atılımlar yaparak milli kaynaklarımızın “Türk için- Türk’e göre ve Türk tarafından kullanılmasını sağlamak” olmalı idi.
Devlet-Toplum ve Siyasetimizdeki kurumlaşma eksiklerimizi gidermeli, ekonomik birikimlerden ve tecrübelerden istifade ederek  “Türk Birliği” nin temellerini atmalı idik. Bu noktada en büyük ve belirgin görev de, yetmiş yıllık hür ve müstakil demokratik yaşamını sürdüren, onbeş milyondan yetmiş milyona ulaşan ve en kuvvetli askeri güce sahip Türk Cumhuriyeti’nin yönetimine düşmekte idi. Onun için de, ikiyüz elli milyonluk Türk Dünyası tarafından “Kutup Yıldızı” olarak kabul görüyordu.
Ancak, son elli yıldaki (1940-1990) devlet uygulamalarını ve bu konudaki eğitim düzeyini takip eden bizler için, Türkiye Cumhuriyeti’mizin siyasi yönetiminin ve fikir yapısının, bu mes’uliyeti yüklenmesinin imkansız olduğu bilinmekte idi. Çünkü, bu zaman diliminde Türk insanının ve siyaset uygulayıcılarımızın Türk Dünyası gözlükleri bağlı ve kapalı idi. Hiçbir hazırlığımız olmadığı gibi, Türk Dünyası ile ilgilenenleri de suçlu kabul ettik, adliye kapılarında tabutluklarda ömürlerini çürüttük.1944 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında açılış konuşmasında bu konuyu işledi. 1953 yılında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Türk Dünyası ve Türk Kültürü ile ilgilenerek bütün yurtta teşkilatlanan Türk Milliyetçiler Derneği’ni kapattırdı. Süleyman Demirel, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” edebiyatından başka birşey söylemedi. Ermenilerin Azerbaycan topraklarına yaptığı taarruzları önlemeye yardımcı bile olmadı.Turgut Özal; Rus tankları Bakü’ye girip katliam yaptıklarında bizler Taksim’de miting yapıp SSCB Büyükelçiliğine siyah çelenk koyarken “-Bunda üzülecek ne var? Onlar Şii, biz Sünniyiz” diyebilmiştir, milyonlarca Doğu Türkistan Türk’ünün kanına giren Çin Halk Cumhuriyeti’nin Başkanı’na da “Devlet Nişanımız” verilmiştir. Beş yıldır da, Türk Dünyası’na sırtını çevirip Arap Dünyasını kucaklayan, bir ay önce İstanbul’da “Türk-Arap İşbirliği Formu Çerçeve Anlaşması” imzalayan ve Türkiye Başbakanı olarak Kaddafi’nin çadırında azar işiten Erbakan’ın, okulundan yetişmiş Türkiyeli’lere kaldık. Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları