Uzlaşma- uzlaşmazlık

Annan Planının neleri alıp götürdüğüne bakmaksızın  “AB üyesi olmak hevesi ile”, ilk versiyonundan itibaren, “derhal imza veya istifa”  çağrısında bulunanlar; sanki ben söylemişim gibi  “çözümsüzlük çözümdür yanlışından döndük ve kazandık” diyenler, referandumda Rum’ların da  “evet” diyeceklerine inandırılmış emperyalist  “dostlar” , aradan üç buçuk yıl geçtikten sonra, acaba ne diyorlar diye soracak değiliz. Bunun önemi de yoktur. Ancak, sanki uzlaşmak için gereken zemin hazırmış gibi tarafları masaya davet edenlere Klerides’ten alıntı yaparak, söyleyecek bir çift sözümüz vardır: İçimizde bir Türk cumhurbaşkan yardımcısı; Türk bakanlar ve Türk temsilciler olmadığı halde dünya bizi meşru Kıbrıs hükümeti olarak tanıdığına göre Türklere ne diye taviz verecekmişiz? Ya istediklerimizi kabul edecekler ya da çekip gidecekler! Rum tarafını bu duruma getirmiş olanlar 43 yıldır, Rum liderliğinin uzlaşmaya ihtiyacı olmadığını görmezlikten gelerek bizi masaya davet etmektedirler. Rum’u  “meşru hükümet” yapanlar bizim Rumlar seviyesinde, onlardan ayrı, kendi kaderini tayin etme hakkı olan bir halk olduğumuzu, 1960 antlaşmalarından kalan ayrı demokrasimizi ve ortaklık devletinden atılmış olmaktan doğan haklarımızın somutlandığı devletimizi ne görmek istiyorlar, ne de duymak istiyorlar. Biz bunlar üzerinde durunca “uzlaşmaz”  oluyoruz.  “Uzlaşmaz”  olmamak için boyun eğmemiz gerekmektedir. Rum liderliğinin hedefi kendilerine bahşedilen sahte bir  “Kıbrıs Hükümeti”  unvanı altında Kıbrıs’a sahip çıkmaktır. Rum tarafının artık elle tutulur hale gelmiş olan bu siyasetin karşısında görevimiz, başkaları ne derse desin, haklarımıza sahip çıkmaktır. Egemenlik, siyasi eşitlik, ayrı demokrasi ve devletimiz  “kendi kaderini tayin etme hakkı olan bir HALK”  olarak kimsenin inkâr edemeyeceği temel haklarımızdır. Masaya oturulacaksa bunları kabul ettirmek için oturulur. Bunlardan asla taviz verilmeyeceği önceden açıklanarak oturulur.

1960 Antlaşması Enosis ile Taksim arasında onurlu, ve garantilendiği için kalıcı zannedilen bir uzlaşmaydı. Bunu bozan Rum tarafına  “sen Kıbrıs’ın meşru hükümetisin” dendikten sonra  “mesele”  Rum liderliği açısından halledilmiş oldu. Bu nedenledir ki 1974 Barış Harekâtına kadar dünyaya  “Kıbrıs meselesi Türk azınlığın isyanından kaynaklanan bir meseledir. Hükümet bunu halledecektir” yalanı söylendi. Ve ne gariptir ki BM Güvenlik Konseyi Barış Gücünü adaya bu sözde hükümetin oluru ile  “asayişi teminde hükümete yardımcı olmak”  üzere gönderdi. Halâ bu saçmalık ve Türk halkına bu kabûl edilemez hakaret devam etmektedir. 1974 Barış Harekâtından sonra 1963’den 1974’e kadar bize yapılanları unutan Rum liderliği kendi halkına ve dünyaya  “Kıbrıs meselesi işgalden kaynaklanan bir meseledir”  yalanını söylemeye başlamıştır ve  “meseleyi” Kıbrıs Hükümeti olarak bu yalan üzerine dayandırdığı girişimlerle halletmeye çalışmaktadır. Bu nedenledir ki 1960 Antlaşmalarını çiğneyerek Yunanistan’ın desteği ve Garantör İngiltere’nin yardımı ile AB üyesi olduktan sonra   “meselenin halli için”  şartlarını yüzü kızarmadan açıklamaya başlamıştır. Kısacası işgalin kalkmasını, Garanti Anlaşmasının lâğvını istemekte; üniter bir devlet esasında bazı idari tedbirlerle sözde federasyon dense de ileride adanın tamamen Rumlaşmasına zemin hazırlayan bir “yeni uzlaşma”  peşinde koşmaktadır. Türk tarafı bunu kabul etmeyecekmiş. Umurlarında değildir. Konuya Klerides’in yukarıdaki alıntıda vurguladığı “gerçekler”  açısından bakmaktadırlar. Bu arada silâhlanma devam etmektedir. Doğal kaynaklara sahip çıkmak için tevesssül ettikleri girişimleri ABD dostumuz(!)  “egemenlik haklarını kullanmaktadırlar” diyerek teyit etmektedir.

Bu şartlar devam ederken bunlarla Annan Planını referans alarak masaya oturmanın tek anlamı teslimiyete giden bir yola çıkmaktır. Masaya oturmanın şartı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığı olmalıdır. Formül de Çek-Slovak formülüdür. Kalıcı bir anlaşmanın yolu da budur, anahtarı da. Bunlarda ısrar uzlaşmazlık değildir. Kalıcı bir uzlaşmadan yana olmanın kaçınılmaz gereğidir.

Yazarın Diğer Yazıları