TRAMVAYLAR... OTOBÜSLER...

Tramvay geri geldi. İstanbul’a ilk elektrikli tramvay, 1913’te gelmiş ve sonra da raylar döşenmiş, seferler başlamıştı. Daha önce 1896’da, elektrikli tramvaylardan önce bazı belli semtlerde atlı tramvaylar vardı.

İstanbul’da tramvay önce Anadolu  yakasında, sonra da Rumeli yakasında 1969 yılı başlarında kaldırıldı. Birkaç yıl önce de eski vagonlarla Taksim - Tünel arasında yeniden tramvay seferlerine başlandı.

Şimdi  tramvay geri geldi. Bazı bölgelerde modern tramvaylar  işliyor. Yine bazı semtlere de “metro” var. Ama ne çare ki İstanbul trafiği rahatlamıyor! Umut, yapılacak 3. köprüde ve söylendiğine göre, deniz altındaki raylı sistemde.

HEY GİDİ GÜNLER
Bunlar işin tarihçesi, gelelim yakın tarihe; benim çocukluğumun, gençliğimin tramvaylarına... En önemli iki hat, Fatih - Harbiye ve bir de benim  Hisar’daki okuluma gitmek için kullandığım Bebek - Eminönü tramvaylarıydı! Bebek - Eminönü tramvayları römorklu yani iki vagonlu idi. Önde kırmızı, 1. mevki, arkada yeşil 2. mevki vagonlar! Birinci mevki vagonların  koltukları meşin, ikinci mevkiinkiler, tahta idi. Para durumumuza göre ikisinden birine binerdik! Sahanlıkta durmak yasak, ayakta durmak eğlenceli idi.

Vagonların üzerinde  “Tramvaya  asılmak yasaktır”  yazılı idi ama  gene de çocukların arkaya asılmaları önlemez ve ölümcül kazalara sebep olurdu.

İstanbul’a  Rumeli yakasına elektrikli tramvayı, galiba Alman - Fransız şirketi getirmişti ama  sonraları “millileştirildi”  İETT; “İstanbul Elektrik - Tramvay -Tünel” oldu.

O zamanlar İstanbul’da trafik sıkıntısı yaşanmıyordu. Nüfus galiba 500 veya 700 bin idi ama süratle arttı. Taksiler ve özel otomobiller o kadar azdı ki, pencerede oturur, plaka numaralarıyla tek mi çift mi  oynardık.

Tramvayda biletçi, boynunda asılı tahta kutudaki  biletleri, ucu lastik kalemle çekip koparır verirdi. 

Tramvay, o zamanlar bizim için nakil vasıtası ve de kızları “kesmemiz” ve göz flörtü için araçtı. Özellikle Cumartesi günleri, okuldan dönerken Bebek - Eminönü  hattı üzerindeki  diğer okullardan binen kızları gözler, hatta bazıları  binene kadar, bir sonraki tramvayı bekler, tanışma vesilesi arardık, bazen de bulurduk!

Anadolu yakasında Üsküdar- Kısıklı tramvaylarını  yanılmıyorsam  başka bir şirket işletirdi. 1930’lu yılların sonunda  Anadolu yakasında özel bir şirket Kadıköy- Bostancı hattında, modern, otomatik  kapılı vagonlarla seferler başlattı. Rayları Bağdat caddesinin iki tarafında gidişli ve gelişli idi. 
O zamanlar  otobüsler azdı. İETT Maçka - Beşiktaş  arasında, Fransız Renault marka, arkası sahanlıklı, sarı renkte otobüsler işletirdi. Sonraları bunların yerini, SCANIA marka “burunsuz” otobüsler aldı!

Tabii, İstanbul’un 2 yakası arasında henüz köprü olmadığı için,  tramvay - otobüs irtibatı yoktu.
Ankara’da tramvay hiç olmadı. Önce 30’lu yıllarda Rus yapısı  otobüsler işlerdi. Daha sonraları,  40’lı yıllarda, Ankara’ya elektrikli,   lastik tekerlekli  “troleybüs” geldi. 

Ve İstanbul’da 134 yıldan beri  Tünel - Karaköy arasında, hala da işleyen bir “tünel” var.

KAZALAR
Tramvay kazaları, çoğunlukla dikkatsiz, aceleci kişilerın tramvay altında kalmalarından dolayı olur, bacak ve kollarını kaybederlerdi.  Tramvayları “vatmanlar” ayakta durarak kullanır, hızı, öndeki kolla elektriğin  gücünü, yani “vatı” arttırıp azaltarak ayarlarlar ve gene önlerindeki büyük bir daireyi çevirererek, fren yaparlardı. Tabii, bu sebeple de, “fren” anında yapılamazdı! O zamanlar, gazete  başlıklarında “facia” olarak tanımlanan iki büyük kaza, Şişhane faciası; bir tramvayın Şişhane yokuşundan inerken, süratini kesemediği ve freni “bağlandığı” için köşedeki  apartmana çarpması sonucu birkaç yolcunun yaralanması ve ölmeleriyle sonuçlanan kaza! Diğeri de Tünel Faciası; vagonları çeken kayış kopmuş, vagonlar Karaköy istasyonunun bariyerine çarpmış ölen ve yaralananlar olmuştu. Sonra,  savaş yıllarında yeni kayış ithal edilemediği için, seferlere uzun bir süre ara verildi.

+++++

BİR FIKRA
Haydi beyler düşman bekliyor

Çanakkale Savaşında düşman donanması yaklaşıyor. Bir topçu bataryasının komutanı Iraklı, Arap asıllı bir yüzbaşı. Bataryaya  hedef ve mesafeleri  anlattıktan sonra komutu veriyor: Birinci top
ateş! Top  nedense ateş almıyor. İkinci top da, üçüncü top da ateş almıyor. Yüzbaşı bataryaya dönüyor, Arap şivesiyle bağırıyor; Reca ederim beyler düşman bekliyor! 

+++++

KARAGÖZ
kolleksiyonundan

YENİ MATBUAT KANUNU ÇETİN

Resim: Karagöz,  Hacivat ellerinde kanun kitabı, konuşuyorlar:
Hacİvat - Ne o Karagöz,  kan tere bulanmış, böyle harıl harıl ne okuyorsun?
Karagöz - Matbuat kanununu Hacivat... Bir taraftan  Temmuzun  sıcaklığı, öte  taraftan kanunun çetinliği... Sen sen ol da “enoz küpü” gibi terleme bakayım!

BAŞYAZI :  YENİ KANUNDAN SONRA
Yeni Matbuat Kanunu gazeteciliği güçleştirdi. İşi sıkıştırdı. Orası öyle ama, bir zamandan beri  gazeteler çığırından çıkmıştı. Bunu da böyle bilmeli. Bu böyle olmamalıydı; İnkılap matbuatı böyle olmayacaktı. Gazeteler inkılap  fikirleri saçacaktı, ateşli sözler, özlü yazılarla dolu olacaktı. Halbuki  son zamanlarda  gazetecilik, büsbütün bezirganlığa  döküldü. Okuyucuların gözlerini boyayacak ne varsa yapıldı. Fakat okuyucuları doyuracak, ruhunu coşturacak hiçbir şey yapılmadı. Gazete münderecatı (içindekiler) çıplak bacaktan, boyalı resimler, piyangodan, zabıta vakalarından, asılsız haberlerden, küfürden iftiradan, yalandan dolandan ibaret kaldı. Güzel bir makale, ilmi bir tetkik  var mıdır?  Olsa bile, bu gürültüler arasında kayıp  olup gitmiyor mu? Yeni Matbuat Kanunu artık, bu türlü  (yayınlara) “Pes!” diyor. Umarız ki, bundan sonra gazeteler  öbür yazıları basmaya  ehemmiyet verirler. Yeni kanunun gazetecilere zararı olsa bile  okuyuculara faydası dokunur!

+++++

ÖZDEYİŞ
“Türkler inciye benzer; incinin deniz dibinde kıymeti yoktur... Dünyaya çıkınca  kıymetlenir... Türkler  de öyle!”
*H.G. WELLS 

Yazarın Diğer Yazıları