Şeyh tökezlemeleri

Ülkemizin her noktasında yüzlerce tarikat ve cemaat kümesi ve bunlara müntesip yüz binlerce kişi var ve kahir ekseriyet,  “Şeyh ne derse doğrudur, imam her zaman haklıdır!” teslimiyeti içersinde. Oysa Allah(c.c.)’ın ilk emri “Oku!” ve “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” diyen bizzat Cenab-ı Hakk’ın ta kendisi.
Peki Şeyh ve imam yanılmaz mı?
Elbette yanılır!
Bir Müslüman ilmi ve mevkii ne olursa olsun bir ölümlünün yanılmayacağı ve hata yapmayacağına inanıyorsa o Müslüman’ın imânını gözden geçirmesi gerekir, çünkü o kişi bu inancıyla, müntesip olduğu kişiyi bir Katolik’in Papa’yı koyduğu makama koymuş olmaktadır. Tabii,  “İmam her an yanılabilir, şeyh her an hata yapabilir” beklentisi içerisinde olmak da ilmî ve ahlâki değildir. Bu konuda kişiyi rahat ettirecek tek şey, dinini tam ve doğru bilmesidir. Çünkü hiç bir Müslüman müntesip olduğu tarikat veya cemaatin ilke, zikir ve öğretileri ile hesaba çekilmeyecek, ya ne ile hesaba çekilecek, elbette ki Kur’an, Sünnet ve mensubu oldukları mezhep imamlarının öğretileri doğrultusunda hesaba çekileceklerdir. Bırakınız müridi, şeyh ve imamlar da bu esaslar dahilinde Cennet yahut Cehennem ehli olacaklardır. Bu bahiste evliya ile bu konuları uzaktan yakından duymamış sıradan bir Müslüman arasında fark yoktur. Gelelim Şeyh’in hata yapıp yapmayacağı konusunda örneklemeye.
İsterseniz ortalığı karıştırmamak için geçmişten, ilmî ve fiili üstünlüğü tartışılmayan bir Şeyh’ten, İsmail Hakkı Bursevî’den bir örnek verelim. Bursevi, Celvetiyye Tarikatının şeyhidir, İbni Arabi’nin bu topraklardaki en büyük savunucularındandır. Hafızdır, hattattır, bestekârdır, tam 136 eser kaleme almıştır. İki defa cihada katılmış, iki kere Hacca gitmiştir. Yani, sonraki tarikat şeyhleri arasında Bursevi’ye müsavi kişi pek yok gibidir. İşte bu Bursevî, “Zahir uleması Allah erlerinin deccalı ve Firavunlarıdır” demektedir.“Zahir uleması” dediği, mesela Kütüb-i Sitte’nin müellifleri yine meselâ Ebu Hanife, İmam Şafi gibi mezhep imamlarıdır. Bursevî’nin “Ulema” dediğinde saygı duyduğu kişi, “Zahir” değil “Batın uleması” olan Muhyiddin İbn Arabî’dir.
Bir Müslüman,“Şeyh” tir, “Tasavvuf ehlidir”  diye Bursevî’nin bu görüşüne katılabilir mi? Diyelim ki katıldı ve Türkiye, hatta bütün dünyada bu görüş egemen görüş haline geldi, o zaman ortada İslâmiyet diye bir şey kalır mı?  “Zahir uleması” gözden düşüp “Batın uleması” hüccet kabul edilince ortalık “Batın uleması” ile dolmaz mı? “Zahir uleması” için  “Deccal” diyen Bursevî elbette ki kendisini  “Batın uleması” olarak kabul ediyordu ve tarikatına mensup müritleri “Batın uleması” Bursevî’yi itirazsız onaylıyorlardı.
Peki, bir  “Batın uleması” olarak, Kur’an tefsiri Ruhul Beyan’ında Bursevî, İbn Ömer(r.a.)’den rivayetle, “Hz. İbrahim Peygamber’in yakılmakla cezalandırılmasını teklif edenler Arap acemlerindendir, yani Kürtlerdendir”  dedikten sonra, ne diyordu?
Diyordu ki:
“Hayatıma yemin ederim ki, insanlara cefa ve eziyet vermelerinde şimdi de ileri gidiyor ve ondan ayrılmıyorlar. Halil İbrahim’in dini olan İslâmiyet’in ahlakından ve amelinden onlar üzerinde bir eser göremezsin. Kürtlerin ahlakları onların mallarını talan etmektir. İşleri zulümdür, hırsızlıktır, öldürmektir ve yol kesmektir. Vallahi bunlar, yani Kürtler Müslüman değildir. Allah, insanlar arasında bunların benzerlerini çok etmesin. Sakın bunların en Salihleriyle bile arkadaşlık etmeyin ve bunların bastığı toprağa da basmayın! (Harun Ünal, Uydurma Hadisler, c.1, s.161)”
Gel de şimdi “Batın” ı “Zahir” den üstün tut! Bu bir fitne değil midir? Böyle bir tefsiri ancak Osmanlıyı bölüp parçalamak isteyen biri yapabilir. İnsaf edin, bu ifadelere Allah(c.c.) ve  Resulü(s.a.v.) râzı mıdır? Bursevî bu ifadeleri  “Keşif yoluyla” aldıysa, şeytanın tuzağına düşmüş değil midir? Elbette ki öyledir, iyi de, hani  “Keşifte yanılma olmaz” dı..
Şeyh Nazım Kıbrısi’nin “Yukarıdan talimat alıyorum” ve “Annan Plânına evet demek Allah’ın emri” demesinden buralara geldik.
Nasipse yarın Arabîden örnek verip konuyu noktalayacağız.

Yazarın Diğer Yazıları