Geleceğini pazarlıyor

Ahmet Hakan, Mümtaz’er Türköne’ye fena yüklendi: Karısının AKP’den milletvekili olmasını sağlayan ve Zaman Gazetesi’nde köşe kapan bir pazarlamacı...
Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne, aslında “Diyarbakır’ın adı Amed olsun... Ne olur ki” falan dememiş...
Sadece “teknik” açıdan “Amed olabilir” demiş...
Böyle diyor...
İşi uzatmaya kalksam ve “Dedindi-demedindi” tartışmasına girsem Mümtazer Bey’in, sözlerinin arkasında duracak mertliği ve yiğitliği göstermediğini rahatlıkla kanıtlayabilirim.
Ama derdim bu değil...
Zaten “mesele” de bu değil... Tamam!
Mümtazer Bey “Diyarbakır Amed olsun” dememiş olsun... Varsın böyle kabul
edelim... Ancak “mesele” bu cümleyle sınırlı değil ki...

***

Aslında “mesele” basit mi basittir:
Mümtazer Türköne, Kürt politikasında rutin dışına çıkılmasının olağan sayıldığı, sertlik politikalarının egemen olduğu ve kurşunu atanın da yiyenin de şerefli sayıldığı bir dönemde...
Yani Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde...
“Başbakan Danışmanlığı” gibi çok mühim bir görev ifa ediyordu...
Şaka değil!
Boru da değil!
Dönemin politikalarının oluşturucusuydu yahu!
Sonra?
Gün oldu, devran döndü ve AKP iktidara yerleşiverdi.
Ardından da bizim Mümtazer Bey’e bir şey oldu, güzel bir şey!
Kürt politikasında demokratikleşmeyi savunmaya başladı... Liberal tezler saçtı ortaya...
Ben de bunun üzerine dedim ki:
“Mümtazer Bey! Mümtazer Bey! Tebrikler! Bu ne güzel değişim böyle! Ama Mümtazer Bey bu güzellik nasıl oldu? Hadi bize hikayeni anlat! Hadi bize macerandan söz et! Hem belki anlatacağın bu hikaye nedeniyle bugün hálá rutin dışına çıkılmasını savunanlara da güzel bir örneklik teşkil etmiş olursun.”
Budur... Bu kadardır...
Şimdi soruyorum: Samimi olarak kanaat değiştirmiş bir insan, böyle bir çağrı karşısında ne yapar? Ne yapacak?
Bu çağrıyı şahane bir fırsat bilir...
“Hay hay dostum, anlatayım” der ve büyük bir iştahla macerasını anlatmaya başlar...
Hâlâ şahinlikte direnenleri ikna etmek için bulunmaz bir gerekçe olarak görür bu çağrıyı...
Kendinden emin, macerasına güvenen bir adam, “Şöyleyken böyle oldu” diyerek öyle bir anlatır ki, susturabilene aşk olsun!
Ancak...
Mümtazer Bey böyle yapacağına, tuttu, bir yığın mugalatayla işi tavsatmaya kalkıştı...
Daha da fenası kendi macerasını anlatacağına bana “eyyamcı” falan diyerek hakaret etti...

***

Son durum şudur: Mümtazer Bey bu “sorunlu” ve “anlaşılmaz” tutumunu ısrarla sürdürüyor!
Hem hikáyesini anlatmamakta direniyor, hem de bana hakaret etmeye devam ediyor.
Dün Zaman Gazetesi’ndeki sütununda bana “Geçmişini Pazarlayan Adam” diye saldırmış...
Yine minderden kaçış... Yine macerasını anlatmamakta direnme... Yine diz boyu üslupsuzluk... Yine pahalıymış intibaı bırakmaya çabalayan bir yığın ucuzluk... Ben geçmişimi pazarlıyormuşum!
Sanki bu köşede...
“Hiç unutmam... Abdullah Gül bir gün bana demişti ki...” ya da “Tayyip Erdoğan kulağıma şöyle fısıldamıştı...” türünden ifşaatta bulunuluyor...
Sanki eski dostların emanet ettiği sırlar, bu köşede şerefsizce açık ediliyor.
Oysa... Bu köşede yapılmak istenen sadece şudur:
Biraz ironik bir üslupla, kişisel macera üzerinden, “Birbirinin karşısında gibi duran insanlar” ın birbirlerini anlamaya çalışmasını sağlamak!

***

Ama diyelim ki...
Mümtazer Türköne haklıdır ve ben gerçekten de burada bir tür “pazarlamacılık” yapıyorum...
O zaman şöyle bir gerçek var: Ben hiç de iyi bir pazarlamacı değilim!
İyi bir pazarlamacı, en zor gününde Tayyip Erdoğan’ın yanında olup, ikbal gününde uzak düşer mi?
Yeryüzünün neresinde “alçak bir eyyamcı” ya da “şerefsiz bir oportünist”, istediği makama gelme olanağının üzerine gitmeyi tercih etmek yerine başka yollara sapar?
Böyle oportünizm ya da eyyamcılık var mı dünyada? Ama ille de eyyamcılıktan, oportünistlikten ya da pazarlamacılıktan söz edeceksek...
Şu anda elimizde “şahane bir pazarlamacı” örneği var... Çiller döneminde şahin olup danışmanlık yapan, Erdoğan döneminde güvercin olup karısının AKP’den milletvekili olmasını sağlayan ve Zaman Gazetesi’nde köşe kapan bir pazarlamacı...
Ne yani? Bu durumda ben de Mümtazer Türköne için “Geleceğini Pazarlayan Adam” mı demeliyim?
Neyse...
Ben yine de “Hikayeni anlat Mümtazer” diyeyim ve efendiliğimi bozmayayım... 
* Ahmet Hakan / Hürriyet

+++++

AKP’nin gözde basını
AKP iktidarıyla birlikte Kanal 7 ve Zaman gazetesi gibi basın kuruluşları, hükümete danışman yetiştirme merkezleri haline geldi. Son olarak Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da basın danışmanlarını, Zaman gazetesi muhabirlerinden seçti. Cumhuriyet Gazetesi’nden Fırat Kozok’un haberine göre, Zaman gazetesinin yüksek yargı muhabiri Murat Aydın , Adalet Bakanlığı Basın Müşavirliği kadrosuna atandı. Aydın, Bakan Mehmet Ali Şahin ’e danışmanlık yapacak. Uzun yıllar Adalet Bakanlığı Basın Müşavirliği görevini yürüten Rüçhan Akıncıoğlu da Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ’in basın danışmanı olarak görevine devam edecek. Gazetenin yorum sayfası editörü Ahmet Turan Ayhan da Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın Danışmanlığı’na getirildi.
Zaman çalışanlarıyla birlikte dinci basından bürokrasiye transfer olan isimlere iki kişi daha eklenmiş oldu. Hükümet, kritik görevlerdeki bürokratlarını, kendisine yakın Kanal 7’den seçmeye özen gösteriyor. Bu kanalın dışında Zaman gazetesi muhabirleri de iktidarın “beğendiği” isimler arasında yer alıyor. Devlet bürokrasisinde yer alan dinci basın kökenli isimler şunlar:
Akif Beki: Kanal 7’nin Ankara Temsilcisi’ydi. Başmüşavir sıfatıyla Başbakanlık Sözcüsü oldu.
Prof. Dr. Nabi Avcı: Kanal 7’nin kuruluşunda danışmandı, Başbakanlık Başmüşaviri oldu.
Zahit Akman: Kanal 7’de Haber Müdürü’ydü. RTÜK’e Başkan seçildi.
Ve diğerleri: Davud Dursun,
Rukiye Kacaaltıncaba, Hakan Aktürk, İsmail Oğraş, Yavuz Selim Aras, Özkul Eren, Necmettin Nursaçan...

+++++

Demirel’e TV izleme notu!
Yılbaşı gecesi yüzbinlerce dolar verip Tarkan’a 6 şarkı söyleten ancak yine de izlenme oranları sıralamasında sonlarda kalan TRT’ye Demirel sahip çıktı. Çok iyi bir TV izleyicisi olmadığı belirten Demirel, Yavuz Donat’a TRT’nin
Yılbaşı programını değerlendirmiş. Demirel “ Tarkan çok yetenekli bir sanatçı... Türkiye’nin gururu.  Nazmiye de Tarkan’ı beğendi.  TRT iyiydi... TRT’nin hayli silkinmiş bir hali var... Buna sevindim.” demiş... Bizde Demirel’in kendi tespitine katılıyoruz; galiba sayın Demirel gerçekten iyi bir TV izleyicisi değil!

+++++

GÜNÜN SÖZÜ
BaŞbakan Yardımcısı Çiçek, “Anayasa yapmak, Ağrı Dağı’nı yerinden oynatmak gibi bir şey” demiş. Cumhuriyetin temel taşlarını yerinden oynatmak için
çektikleri eziyete bakın...
*Haldun Ertem

+++++

Erdoğan Gökçek’in kalemini kırdı!
Sağlam yerden duyduk. Zaten pek yoktu ama son zamanlarda, Başbakan Erdoğan ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in araları iyice açılmış. Malum önümüzde de yerel seçimler var. Birçok parti şimdiden aday arayışına başladı. Melih Gökçek’i ’silen’Tayyip Erdoğan, Gökçek’in yerine çok sürpriz bir aday çıkarmaya hazırlanıyormuş.
Kim mi?
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar!
Peki Melih Gökçek bunu kabul eder mi? Etmez de başka bir partiden aday olursa sıkıntı olur mu?
Bunu aşmanın yolu da bulunmuş. Melih Gökçek’in gönlünü almak için oğlu Osman Gökçek, AKP’nin Çankaya adayı
yapılacakmış...
Bizden söylemesi...
* Kulis Ankara /Milli Gazete

+++++

Abdullah Gül intikam mı alıyor? 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hükümetten gelen atama kararnamelerini ve Meclis’te kabul edilen yasaları onaylarken adeta zamanla yarışıyor...
Bunları bir gün bile bekletmeden imzalıyor.
Hatırlarsınız, yargıda kadrolaşmanın önünü açan yasa değişikliğini, sadece bir saat süreyle incelemiş ve hemen imzalamıştı...
Ama aynı Cumhurbaşkanı, hükümet dışından gelen kararnameleri imzalarken aynı tempoda çalışmıyor!
İşte size somut bir örnek:
Üniversitelerarası Kurul, 14 Aralık 2007’de YÖK üyesi Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu’nu yeniden YÖK üyeliğine seçti.
Bu kararı 34’e karşı 91 oyla aldı!
Karar, prosedür gereği Köşk’e gönderildi...
Ama bu atama 20 gündür gerçekleşmedi.
Peki; iktidarın kararnamelerini, Meclis’ten gelen yasaları jet hızıyla imzalayan Sayın Gül, neden bu atamayı aynı hızla yapmıyor?
Bu sorunun yanıtını vermek çok da zor değil:
Çünkü ülkemizin en saygın anayasa profesörlerinden biri olan Prof. Yüzbaşıoğlu, Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını geciktiren kişi!
Kamuoyunda “367 tartışması” olarak bilinen ve Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na atfedilen tartışmanın asıl mimarı!
Sayın Gül de bunu pekâlâ biliyor ve bu nedenle olsa gerek; eli bir türlü Prof. Yüzbaşıoğlu’nun yeniden YÖK üyeliğine atanmasını öngören kararı imzalamaya gitmiyor!
Peki; Sayın Gül’ün bu kararı Üniversitelerarası Kurul’a iade etme yetkisi var mı?
Yok...
Yapabileceği tek şey, atamayı geciktirmek...
O da zaten bunu yapıyor!
Bana göre de bu tavrıyla “Herkesi kucaklayacağım” vaadiyle çelişiyor, “tarafsızlığına” gölge düşürüyor!
* Mustafa Mutlu / VATAN

Yazarın Diğer Yazıları