Bilgisayar, internet ve ben

Bilgisayarla daha doğrusu “ağababasıyla” önce, New York’ta, IBM’in şimdi Türkevi olan binasının giriş katında “tanıştım”. Bunlar bilgileri, verileri delikli kartlara işleyen ve çözen, kocaman konsol aygıtlardı. Sonra aynı konsolları, Ankara’da İstatistik Genel Müdürlüğü’nde gördüm. Daha önce bu köşede sözünü ettiğim, Türkiye’deki ilk Uzun Çalar (LP) plakları imal eden fabrikayı beraberce kurduğumuz müteşebbis işadamı Kayhan Çağlayan, Ankara’daki Amerikan Neşriyatı bürosunda bu eski bilgisayarı, döküm vb.. için kullanırdı ve ben de, hayretle izlerdim! 
 “Masaüstü” bilgisayarlarla gerçek tanışmam, gene IBM’in New York civarındaki merkezinde oldu. Bu, yeni bilgi işlem aracını tanıtmak için, biz diplomatları gece yatısına davet etmişler ve  “harikalarını” bize göstermişlerdi. Hele  “Altemur Kılıç” diye sorunca, hakkımdaki bilgileri ekranda görünce, daha da etkilendim! 
Ülkeye dönünce, Basın Yayın Genel Müdürü iken zamanın Başbakanı Profesör Nihat Erim’e bu harika aracın, harika işlevlerini anlatım. Bu sayede Maliyenin “pembe bordrolardan”, Adliyenin de tozlu rafları dolduran dosyalardan kurtulacağını anlatmaya çalıştım. Refakatinde gittiğim ABD gezisinde, NY programına New York’taki IBM bürosunu ziyareti de sıkıştırdık ve Başbakan da çok etkilendi. Yurda dönünce, TÜBİTAK’a bu konuda çalışmalara başlaması için talimat verdi... Hükümet değişti ve ne yazık ki bu teşebbüs bürokrasinin çarklarında kayboldu ve böylece de bilgisayarın Türkiye’ye gelmesi gecikti.
1973’de yayınladığım DEVİR dergisinde,  “İnsan yaptı-İnsanı aştı” başlığı altında özel bir ek vermiştik... Bu  “Ekteki” takdim yazısında  “Yakında bir gün, bütün bilgisayarlar bir ağda -şebekede- birbirlerine bağlanacak” diye yazmışım. Bu “internet” oldu!
Benim bilgisayar kullanmama gelince; bir zamanların önde gelen bilgisayarı “Apple McIntosh” aldım. Ama doğrusu dokunmaya bile korktum. Çalışma masamın arkasında süs gibi durdu, aylarca! Ta ki oğlum Talat beni zorlayana ve nasıl kullanılacağını öğretene kadar. Şimdi bana, “Sen, bilgisayarı bildiğini sanıyorsun” diye takılıyor. Doğru. Girdisini çıktısını öğrenemedim. Bir yerde takılınca, Talat’a ve uzman Fehmi Dağcı’ya, Diyarbakırlı kardeşim Müslim Koktay’a feryat ediyor hatta 14 yaşındaki gönüllü yardımcım Günay’dan, yardım alıyorum!
(Bilgisayarın evrimini görmek için, Türkiye İş Bankası’nın, İstanbul’da Eminönü’ndeki Müzesini ziyaret etmenizi tavsiye ederim.) 

Bilgisayar fıkraları:
* Vietnam savaşı esnasında Amerikalı komutanlar toplanmışlar, bilgisayarın başına geçmişler, bütün verileri yüklemişler... Zor bir duruma çözüm aramışlar. Bilgisayarın ekranında cevap;  “Evet”! Kıdemli komutan kızmış;  “Evet ne demek?”  Cevap “Evet efendim, arz ederim...” 
* Türkiye’de bilgisayara sormuşlar;  “Ne var ne yok” diye. Bilgisayar çalışmış, çalışmış, sonra cevap veremeden çatlamış!

*****

Kolleksiyonundan  Kolleksiyonundan
KARAGÖZ
Resimde; Hacivat’la, Karagöz, Düyunu Umumiye, yani eski Osmanlı Borçları İdaresinin adamlarını yolcu ediyorlar.
KARAGÖZ- Hey çorbacılar (ecnebilere o zamanlar ‘çorbacı’ denirdi) yolunuz açık olsun! Para alamadınızsa da, İstanbul’u gezdiniz Ankara’yı gördünüz hava aldınız! Eğer size masraf olmazsa gene buyurun. Tatlı tatlı konuşalım. Yalnız para istemeyin bizden, buz gibi soğuruz sizden!


                                                                           3 Haziran 1931


*****


Bir portre: Mehmet Bal
Benim kadim bir dostum var... Milliyetçi, Atatürkçü Mehmet Bal... Tercüman gazetesinde beraberdik. O, müthiş bir ressam- illüstratör. O zaman önemli günlerde gazeteler, günün anlam ve önemini anlatan panolar yayınlarlardı... Mehmet bunları yapanların en önde geleni idi. Anadolu Üniversitesi Rektörü Profesör Yılmaz Büyükerşen 1998’de onun muhteşem çizimlerini içeren  “Yakın Tarihimiz ve Atatürk” albümünü yayınladı. Şimdi Eskişehir Belediye Başkanı olan Profesör Büyükerşen, takdim yazısında bu albümün okul ders kitaplarından fazla tarih bilincini ve tarihimizin ögelerini
gençlere anlattığını söylüyor.
Halen doğum yeri olan Tarsus’ta yaşayan Mehmet Bal 72 yaşına rağmen çalışmaya, aynı Türkiye ve Atatürk sevgisiyle ve heyecanla devam ediyor ve sergiler açıyor... Onun değerini ve yapmakta olduğu hizmetlerini anlamak için, illüstrasyonlarını görmek gerek! İlk eserleri 1960’lı yıllarda yaptığı sinema ve tiyatro afişleri idi... Sonrası da bereketli yıllar... Gazetelerde çıplak kadın resimleri yerine Mehmet Bal kardeşimin hamaset dolu tabloları... Bunlara bugün, her zamankinden fazla ihtiyaç var. Gönül ister ki  Mehmet Bal’ın eserlerinden daha fazla istifade edilsin,  zira bir çizim bin kelimeye bedeldir!..


*****


Bir Fıkra
Böyle mi sorulur?

Boğaz vapuru Kandilli iskelesine gelmek üzere, sahanlıkta bekleyenler arasında iri kıyım bir adam var... Arkadan bir külhanbeyi (zamanın magandası) adamın poposuna dokunur... Adam hiddetle döner, bir de bakar ki arkasında kibar bir Ermeni vatandaşımız var. “Neredeyiz be yahu”  diye yüzüne ağır bir tokat patlatır! Zavallı Kirkor efendinin cevabı; “Kandilli’deyiz. Velâkin, böyle sorulur?” 

Yazarın Diğer Yazıları