Aklın yolu birdir

Kıbrıs meselesinin bunca yıl halledilmemiş olmasını Türk tarafının akıl almaz dar görüşlülüğüne, iş bilmezliğine veya barıştan yana olmamasına atfedenler Annan Planına “evet” demek ve dedirtmek suretiyle barış yolunun açıldığını, Türkiye’nin AB yolundaki engelin kalkacağını, Kıbrıs Türklerinin ambargolardan kurtulacaklarını savunmuşlardı. Aradan geçen dört yıldan sonra “biz dememiş miydik?”  sorusunu sormak gereğini duymaksızın, gerçeklere bir daha bakalım diyoruz ve suçlamaların başta gelen hedefi olarak da o günden bu güne bana gelip de “sen haklıymışsın; Rumların bu kadar bağnaz ve Türk düşmanı olduklarını bilmiyorduk” diyenlere teşekkürü bir borç biliyorum. 

Başlangıç noktamız dünyanın “Meşru Kıbrıs Hükümeti” dediği eli kanlı, terörist idarenin hiçbir zaman ve hiçbir şekilde meşru olmadığını, olamayacağını savunmamızın hayati önemi olduğunu kabul etmek olmalıdır. AB’nin Kıbrıs’ı üye yaptığı safsatasından da vazgeçilmelidir. AB, Uluslararası Antlaşmaları çiğneyen, eli kanlı, terörist bir Rum idaresini AB üyesi yapmakla “Kıbrıs’ı” üye yapmış olamaz. 1960 Antlaşmaları buna müsaade etmez. Türkiye de AB üyesi olmadıkça Kıbrıs üye olamaz. Türkiye ve KKTC halkı bu konuda direnirse AB hiçbir zaman,  “stratejik açıdan bana lâzımdır” dediği Kıbrıs’ın bütününde Türk halkına ve KKTC toprağına hükmedemez. AB makamları da bunu bildikleri içindir ki “fıstık parası misali” yardım vaadleri ile, yüze gülmelerle, gidip gelmelerle “işgal altında yaşayan azınlık” olarak gördükleri biz Türkleri Rum idaresine yamamaya çalışmaktadırlar. ABD ile işbirliği içinde “tilki ile tavuk” misali Türk tarafı ile Rum tarafını, meseleye gerçekçi bir teşhis koyup tarafları dengelemeksizin, masaya oturtmanın Türk tarafı açısından mahviyet olacağını bilmemek için aydan yeni gelmiş olmak gerekir. Bizi kendilerinin kasten yarattıkları bu dengesizlik içinde masaya oturtmak isteyenler aydan yeni gelmiş değildirler. Kendi çıkarları için bizi 44 yıldır harcayanlardır.

Ne yazık ki bu acı gerçeği görmelerine rağmen hem Türkiye’de hem de KKTC’de millete gerçekler söylenmemekte ve AB sanki KKTC’yi tanıyormuş gibi bir hava yaratılmaktadır. Türk basınında “KKTC Roma’da temsilcilik açtı. Rumlar çıldırdı” gibi manşetler, maalesef çok acı bir gerçeği perdelemektedir. Roma’da herhangi bir şirketin veya kişinin hakkı olan “şirket kurma”  yolu ile bir şirket kurulmuştur. KKTC’nin bu kuruluşla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.  “Azerbaycan ile KKTC arasında direkt uçak seferleri başladı” manşetinin de ömrü üç günlük oldu. AB araya girdi ve seferler iptal edildi. Bu utanç verici örnekleri çoğaltmak mümkündür. Biz esas konuya bakalım: AB’ye üye olmak istiyorsak, AB’ye devletlerin üye olabildiğini teslim edelim ve bireyler olarak, toplum olarak, azınlık olarak bizi Rum’a yamalamak isteyenlerin karşısında KKTC olarak dik duralım. Çek ve Slovak misalini ne unutalım, ne de unutturalım. Aynı zamanda üyeliğimizin Türkiye’nin üyeliğine paralel şekilde ilerleyebileceğini savunalım. Türkiye ile müzakereler ilerledikçe KKTC’nin üyelik için atacağı adımlar ona göre ayarlanır. Türkiyesiz bir AB’de Rum-Yunan ve yandaşlarının karşısında ne durumda olacağımızı düşünelim, megalomanyaklıktan vazgeçelim ve kendimize gelelim. 1960 dengesini bozmak için silâha sarılmış olan Rumların önündeki engel KKTC ile Türk Garantisidir. Kendi elimizle bunlardan vazgeçecek olursak bizi kimse Girit misali yok edilmekten kurtaramayacaktır. Hayal aleminde yaşamayalım. Adımlarımızı Rum-Yunan ikilisinin yüz yılı aşkın Megali İdea siyasetinde Kıbrıs’ın yerini bilerek atalım. 1955-58’leri, 1963-74 yıllarını unutmayalım, gençlerimizi gerçeklerle donatalım. Akıl yolu bunu emreder.

Yazarın Diğer Yazıları