1943-44 cadı kazanı- cadı avı!

Yıl 1944; Robert Kolej son sınıfındayım... Bir gece yatakhaneye bir polis geldi,  “Sizi Emniyete kadar götüreceğiz” dedi. O zaman Emniyet Müdürlüğü, Sirkeci’de meşhur Sansaryan Hanı’nda idi... Oraya götürdüler ve Polis Müdürü Ahmet Demir’in huzuruna çıkardılar. Demir, sertliğiyle tanınmış bir polis şefi idi. Beni önüne kattı, en son kata çıkardı. Orada yan yana, ancak bir insanın sığabileceği önü camlı hücreler vardı. Tepelerinde en yüksek vatlı lambalar... Herhalde Almanların Gestapo teknolojisinden yararlanarak yapılan; “tabutluk” denen, “sorgulama araçları”... Demir, bana sert bir sesle: “Benim, baban Kılıç Ali’ye hörmetim ve sevgim var. Bu işlere karışma... Git okuluna. Yoksa seni de bunlara sokarız” dedi. Beni salıverdiler!
Demir Bey, babama da telefon etmiş. Rahmetli bana tatlı sert:  “Ben de milliyetçiyim, Turancıyım. Senin de öyle olman beni mutlu eder ama  sen önce okulunu bitir”  dedi!
Olay 1944’te Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ünlü 19 Mayıs nutkundan sonra milliyetçilerin, Turancıların, “toplanmaları” olayı idi. Bu konuşma üzerine bir gecede milliyetçiler derdest edilmişler, önce Emniyette tabutluktan geçirilmiş, sonra Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Tophane’de bir binaya tıkılmışlardı!
Ben o sırada Reha Oğuz Türkkan’ın ve Nurullah Barıman’ın yayınladığı önce Bozkurt dergisine ve kapatılınca da Gökbörü dergisine Demir Kılıç imzasıyla milliyetçi yazılar yazardım. Dergi idarehanelerinde sık sık, o zaman Yüzbaşı olan merhum Alpaslan Türkeş’le sohbet ederdik. Rahmetli son yıllarında: “Bizim gizli örgüte ne oldu?” diye takılırdı!
27 Mayıs 1960 darbesinin liderlerindendi ama beni Yassıada’dan, o bile kurtaramadı! Bir örgütün üyesi idik!
19 Mayıs 1944’te Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Turancılara ve milliyetçilere karşı şiddetli konuşmasından hemen sonra başlatılan “cadı avı”nda, beni de herhalde Emniyet Birinci Şube memurları takip etmişler ve yazılarıma dayanarak “örgüt üyesi” olduğuma hükmetmişler!
 İsmet Paşa’nın bu şedit konuşmasının, biri içeride diğeri dışarıda iki “müsait ortamı” vardı. İçeride, solcular ve sağcılar arasında artan, 3  Mayıs’ta Ankara’da kanlı bir arbedeye dönüşen kavgalar... Bu olayda  çoğunlukla sağcı, milliyetçi gençleri tutukladılar.. 19 Mayıs Bayramı’nı hapishanede geçirdiler.
Dışarıya gelince; Türkiye o yıllarda, savaşa girmemek için ince bir denge politikası takip ediyordu... Açıkçası, Müttefikler kazanırken Türkiye’nin dış politika ibresi o tarafa, Mihver Devletleri kazanırken de o tarafa dönüyordu! O zamanın basını da Sıkıyönetim tarafından kapatılmamak için, bu  “ibreye” göre hareket ediyordu.
Alman orduları Rusya’ya saldırınca, Türk Hükümetinin ibresi de o tarafa döndü... Biz Turancılar da Orta Asya ve Kafkasya Türkleri kurtulacak, birleşecek diye umutlandık... Ama şimdi bildiklerimize ve açıklanan belgelere göre meğer Türkler kurtulsa bile Hitler, Türk Birliği’ne müsaade etmeyecekmiş...Ve Kızılordu’da dövüşürken esir düşen Orta Asya Türkleri, “Türkistan”, “Azerbaycan” vb.. özel “SS” lejyonlarında boşuna dövüşmüşler... Almanların Rusya seferi hüsrana uğrayınca, o zamana kadar Müteffikleri de gücendirmeden Almanya’ya doğru eğilen Hükümet, siyasetini tamamiyle değiştirdi ve Almanya’ya karşı tavır aldı. Bununla beraber, Rusya’yı memnun etmek için de Turancılara karşı döndü..
Bu sırada solcular da azıtıyorlardı ve hükümetin bir kısmından, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, Ankara Üniversitesi’ndeki solcu hocalardan destek görüyorlardı. Faris Erkman adlı birinin hazırladığı “En Büyük Tehlike” adlı broşürde, bu tehlikenin “Turancılık” olduğu iddia ediliyordu... Bu broşür TBMM’nin gündemine de girmişti ve zamanın Dışişleri Bakanı şöyle diyordu: “Bizim Türklüğümüz bu vatanın sınırları içine girmiş olan Türklere ait ve münhasırdır”. 19 Mayıs 1944’te İsmet İnönü’nün nutkuyla “Milliyetçilere, Turancılara” karşı açık tutuklamalar ve “cadı avı” başladı...
3 Mayıs tarihli gösterilerin ve 19 Mayıs Nutku’nun ardından 50 milliyetçi toplandı... Sansaryan Hanı tabutluklarında işkence gördüler ve sonra da 23’ü, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandılar. Ve sonunda da mahkûm edildiler.
Hatıralarını saygıyla andığım bu milliyetçiler; Dr. Yüzbaşı Hasan Ferit Cansever, Dr. Üsteğmen Fethi Tevetoğlu, Piyade Üsteğmen Alparslan Türkeş, Piyade Teğmen Nurullah Barıman, Topçu Asteğmen Zeki Sofuoğlu, Ulaştırma Asteğmen Fazıl Hisarcıklı...Ve cezaevinde tutuklular arasında; Nihâl Atsız, Hüseyin Namık Orkun, Nejdet Sancar,  Rasin Tümtürk, Cihat Savaşfer.
İstanbul Tophane Askeri Hapishanesi’nde bulunan asker sanıklar da şunlardı:  Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay, Reha Oğuz Türkkan, Cemal Oğuz Öcal (Hıncal Uluç’un babası) Said Bilgiç...
Almanlar Rusya’ya saldırınca ben de okuldan kaçarak Alman SS’inin Türk lejyonlarına katılmak üzere Edirne’ye gitmiştim. Oradan nasıl gideceğim belli değildi ama bir yolunu bulurum diye düşünmüş olacağım .

DURUŞMALAR

Ben Tophane duruşmalarını bu sefer gazete muhabiri olarak izledim.
Turancılık davası, 7 Eylül 1944 günü başladı. Savcı Kâzım Alöç tarafından okundu. Kararın başlangıcında yer alan “vatana ihanetleri sabit olanlar...” ibaresi sanıkları tutuklananları yargılanmadan suçlu ilân ediyordu... Tutuklular duruşmada işkence gördüklerini söylemeleri üzerine savcı Alöç bu ifadelerini mahkeme zabıtları geçirtmemiş, itirazları yapanlar ya azarlanmış ya da dışarı atılmıştı. Savcı Kazım Alöç işkence itirazlarına karşılık; “Biz bunları huzurunuza vatan hainleri, caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas Oteli’nde yatıracak değildik. Onlar müstahak oldukları muameleyi görmüşlerdir. Elbette onlara her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır” diyordu...
Muhakeme sırasında Alparslan Türkeş ile Mahkeme Başkanı arasında cereyan  “Türk Birliği” konusundaki tartışma sırasında Türkeş’in geleceğe matuf şu ifade ve tespitleri oldukça dikkate şayandı;  “... meselâ, 1917’de olduğu gibi 1965’te veya 1990’da da Rusya’da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harp endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve Türkiye’nin de yardımı ile bu birliğe doğru yürünebilir...”
7 Eylül 1944’te başlayan ve 65 oturum devam yargılama sonunda hükümler 29 Mart 1945 tarihleri arasında tefhim edildi  “sanık” milliyetçiler, üçü hariç muhtelif hapis ve sürgün cezalarına mahkûm olmuşlardı. Alparslan Türkeş ise 9 ay 10 gün hapse mahkûm edilmişti!

VE BERAATLAR

Bu karar temyiz edildi ve Askeri Yargıtay bu mahkumiyet kararlarını esastan ve usulden bozdu. Yeniden yargılanan sanıklar bu sefer beraat ettiler. Okunması dört saat süren beraat kararında; “Bu nümayiş, millî bir ideolojinin millî olmayan bir ideolojiye karşı ifadesinden ibarettir” deniliyordu. Bu karara imza atan General Ali Fuat Erden, Tümgeneral Kemal Alkan ve Tümgeneral İsmail Berkok hemen başka yerlere tayin edilmişlerdir.

BİR KOMEDİ

* Tutuklamalardan sonra Birinci Şubedekiler, evrak arasında buldukları “Orhun Kitabeleri”ni gizli şifre sanmış ve bunu söyletmeye çalışmışlardı...



ÖZDEYİŞ
“Politika mümkün olanı yapmak sanatıdır..”
Prens Otto Von Bismark
Benim ekim: “Devlet adamlığı da imkânsızı yapmaktır...”

 

Bir Fıkra
Benimki de yaşamak mı?..
Adamın biri kahvehanede atıyor; “Ben Afrika’da iken bir gün ormanda karşıma bir aslan çıktı.. Sağıma baktım bir gergedan, solumda bir kurt, arkamda kaplan.” Sormuşlar; “Sonra ne oldu?” Adam çaresiz; “Yediler beni...” Kahve halkı “Yaşıyorsun ya!” Adamın cevabı; “Buna da yaşamak mı dersiniz?”

 


Karagöz Kolleksiyonundan


* 7 Şubat 1931


Vatan için  hazırlanmak!

Kapakta, elinde Türk Bayrağı bulunan bir kadın izci var. Arka planda sırtında cepheye mermi taşıyan bir Türk kadını görülüyor. Karagöz, yanında kendisine gülümseyen Hacıvat ile birlikte kadın izciye sesleniyor: - Ey Türk hanımı! İlim ve irfan yolunda çalış, yeri gelince de vatana böyle hizmet etmeye hazırlan. Vatan, kadınlarımızdan bunu bekliyor.

Yazarın Diğer Yazıları